Agamben’in Potansiyel-Aktüel Kavramları Üzerine Yorumunun Mültecilik Bağlamında Ele Alınışı

images (100).jpeg

Agamben Aristoteles’in potansiyel-aktüel kavramlarına getirdiği açıklamaları ele alıp onları yorumlamaya girişir. Burada öncelikli olarak potansiyeli “kapasite, mümkün olma durumu”olarak tanımlayıp aktüeli “mevcudiyet, gerçekleşmiş, tamamlanmış” olarak ele alır. Bu arada karşımıza ilginç bir ironi çıkar. İmkan hali her zaman çok daha fazla şeyi kendi barındırırken, tamlılık halinden hep daha eksik olarak görünür. Bu ironiye değinme sebebim bu incelemenin potansiyel-aktüel kavramlarının dışında; özgürlük, yurttaş, mülteci ve devlet kavramları üzerinden de ele alınacak olması. Ancak özgürlük kısmına değinmeden önce Agamben’in ele aldığı sıradan potansiyel ve aktüel kavramlarının Aristoteles’te işleniş yolunu takip edeceğiz.
Agamben ilk olarak Aristoteles’in De Anima’sındaki “Duyuların kendilerne dair
duyuları olmaması bizi bir açmazla karşı karşıya bırakır… Potansiyel halindeki duyularımız da kendi başlarına ve kendine dair bir duyuma sahip değillerdir.” Pasajını ele alır. Bu pasajı ele almasının temel sebebi potansiyellikle ilgili az fark edilmiş bir sorun olduğunu düşünmesidir:

Bir yetiye sahip olmak ne demektir? Yeti gibi bir şey nasıl ve ne biçimde varolabilir?”. Bu ara sorular aslında bizi duyum ile ilgili temel sorulara götürüyor.
Antik Yunan’da duyum yani aisthesis kavramı aynı zamanda algılama, tanıma, farkına varma gibi anlamları da barındırıyordu. Aisthesis kavramı Aristoteles’e değin fizyolojik bir kavram iken Aristoteles’te artık felsefi bir kimlik kazanıyor. Aristoteles’in öğrencilerinden olan Theophrastos özellikle bu kavramın Antik Yunan Felsefesindeki tarihçesini detaylıca ele almış ve duyumsamaya ilişkin iki temel ayrım yapmış. Parmenides, Platon, Empedokles’te bunun "homoion” a benzer olmaya dayandığını (benze benzerini bilir), Anaksagoras ve Herakletitos’ta ise “karşıtlığa” (benzer, karşıtını bilir) dayandığını öne sürüyor. Ayrıca Leukippos ve Demokritos gibi atomcuların da aisthesis kavramını “alloiosis” yani değişme ve başkalaşma ile ilişkili kılıyor. Ancak Aristoteles bütün bu tanımları yadsıyıp eleştirip aisthesis kavramını bilginin öncüllerinden biri olarak duyumsanır bir biçimin maddesi olmaksızın algılanması şeklinde öne sürmüştür. Ve bu kavramı energia ve dynamis bağlamında değerlendirir ve aisthesisi, ya şeyin edimsel olarak algılanıyor oluşu ya da şeyin algılanabilir durumda oluşu şeklinde açıklar.
Peki o halde “anaisthesia durumunda, aisthesis nasıl varolabilir?”

Yani duyumsama olmadan bir duyum nasıl varolabilir?

images - 2022-03-15T010837.395.jpeg
Aristoteles bu sorulara değinmek için potansiyellik kavramına eğilir. Potansiyellik yoksunluğun varoluş kipi olarak, varolmayanın varoluşu, yokluğun mevcudiyetidir. Ancak potansiyellik ile alakalı bir ikililik mevcuttur. Bu ikililiğin sebebi aslında potansiyelliğin
dayanakları arasındaki farklılıktır. Bu dayanaklar kökensellik ve yetkinlik olarak ikiye ayrılabilir. Kökensel potansiyellikte henüz bir yetkinlik yoktur. Yetkinliğin elde edilmesi, değişime, eğitime, dönüşüme bağlıdır. Bu değişim ve dönüşüm süreçlerinden geçmiş biri potansiyelliğin dayanağını yetkinlik olarak ortaya koyar. Buradaki esas mevzusu şudur: Bir
konuda yetkinlik elde ettikten sonra o şeyi gerçekleştirme imkanına sahip olmuş oluruz. Ancak artık aynı ölçüde o şeyi yapmama, edimsele dönüştürmeme imkanına da sahibizdir. Yani Aristoteles’in ilgilendiği “potansiyellik”, bir aktüel hale getirme meselesi kadar, onu edimsele dönüştürmeme olanağına da sahip olmakla alakalıdır. Aristoteles “
Physic” kitabında, potansiyellikten “steresis” ve “eidos” yani yoksunluk ve biçim kavramlarıyla bahseder. Bir varoluş kipi olarak potansiyellik gerçekleşme imkanını taşıdığı kadar gerçekleşmemeye mahkumluk olarak da düşünülebilir. Çünkü gerçekleştiği, edimselliğe dönüştüğü noktada zaten potansiyellik kipini yitirip başka bir varoluş moduna geçecektir. Aristoteles, “edimsellik, aktüellik” dediğimiz bu varoluş modunun rengine aydınlık derken, potansiyellikten karanlık diye bahseder. Bunlar ilerisi için bir ara not olarak burada kalırken başta sorduğumuz soruya geri dönelim. Duyularımızın duyumlanmama problemine...
Duyularımızın kendine has duyumları yoktur çünkü duyumun kendisi “salt potansiyeldir. Agamben bu durumu açıklarken şöyle der:

Duyum hem gerçekleşme hem de gerçekleşmeme potansiyeline aynı anda sahip olmamış olsaydı ve hep edimsel olarak var olmak durumunda kalsaydı, karanlığı idrak etmek ya da sessizliği işitebilmek hiçbir şekilde mümkün olmazdı”.

Yani potansiyellik modu aynı zamanda yokluğun idrakını da mümkün kılan bir mod. Bu imkanı sağlayan eylememe potansiyeline Agamben “
karanlığın potansiyeli” demiştir. Sonrasında Agamben, Aristoteles’in değindiği iki önemli kısma değinmek için şöyle devam etmiştir:

“Potansiyelsizlik, potansiyelliğin aksine bir yoksunluktur. Ve fakat her potansiyellik, aynı şeyin, aynı türden potansiyelsizliğidir.”

Bu kısım bize potansiyel olmanın bir varlık modu olduğu kadar kendi yoksunluğuyla da ilişki içinde olduğunu gösterir. Potansiyellik kipi yalnızca kendi olmama ihtimalini taşıdığı sürece varlığın modu olabilir. Potansiyel varlığın, kendi yokluğuyla devamlı bir ilişkisi vardır.

images (3) (11).jpeg


Agamben’in dikkat çektiği ikinci noktaysa şudur:

“Potansiyel olan, gerçekleşmemeye muktedir olandır? O hem olabilir hem de olmayabilir ya da aynı anlama gelmek üzere hem olma hem de olmama potansiyeline aynı anda sahiptir. “

İnsan kendi potansiyelsizliğine sahip ve yetkin tek hayvandır. "
İnsan potansiyelliğinin büyüklüğü onun olmama potansiyelliğinin derinliği ile ölçülür" der Agamben ve konuyu özgürlük kavramına çeker. Özgür olmayı bu bağlamda kendi potansiyelsizliğine sahip olmak, kendi yoksunluğu ile ilişkide kalmak şeklinde tanımlar. Bu bağlamda ele alındığında mülteci, yurttaş karşısında tam bir özgürlük halinde olamamaklığıyla potansiyel alana zincirlenir. Bu potansiyel alan bir varlık modu olmakla beraber bir güç sorunudur da. Çünkü potansiyel olan varolma gücüne sahip olup varolmamaya,
yahut varolmama gücüne sahip olup varolmaya işaret eder. Bu tam da mültecilerin devletler altındaki varlık modudur.

Peki, eyleme durumu kendini nasıl gösterecektir? Özgürlüğe kendi potansiyelsizliğine sahip olmak dediği noktada, özgürlüğü potansiyel olmama halinde kendine yönelik bir mahrumiyetle ilişkili olmaya yerleştirir. Ancak özgürlük, edimsele, potansiyelliğini yitirip,
aktüel olmuş olana yönelirken buradaki önemli nokta potansiyelin edimsel olandan her daim önce gelmesidir. Aristoteles’te de potansiyel edimselden önce gelir, ona tabi kılınır ve onu belirler. Onun özerk bir varoluş modu vardır. Açıkçası bu belirlenim ve öncellik konusunda mültecinin potansiyel varlık modunda oluşunun bir diğer desteğini Agamben’in Biz Mülteciler’de mülteciliği "politik öznenin belirlenmesindeki bir sınır kavram" olarak görmeyi önermesinden de alıyoruz. Mülteciliği potansiyellikle ve yurttaşlığı aktüellikle
özdeşleştirdiğimiz noktada mültecinin aslında hem insani hem de politik özne açısından bir ilk,
belirleyici bir ön kavram olması gerektiğini görüyoruz. Bu olmadığı sürece yurttaş merkezli politik dünyada her zaman açıkta kalmış, yerleştirilmemiş ve kategorileştirilemediği için de
tehdit unsuru olarak görülen bir alt tür sınıfı olarak görülecektir.
 
Üst