Ahlak Felsefesi yahut Etik

Bu iki kavram birbirinin yerine sıkça kullanılıyor. İkisinden de, Türkiye toplumu için konuşmak gerekirse; başka birisine karşı nasıl davranmam gerekir, ne yaparsam erdemli davranmış olurum, hazza mı yoksa nirvanaya mı yönelmeliyim gibi sorular sorup cevaplar veren, daha doğrusu öğretiler öne süren felsefe disiplini anlaşılıyor. Bu elbette tamamen yanlış. Felsefe tarihinde kimse size ne yapmanız gerektiğini söylemez. Çünkü bütün filozoflar, muhtemelen sizden çok daha iyi bir şekilde herhangi bir ahlak yasasının tümelleştirilemeyeceğini (evrenselleştirilemeyeceğini) biliyor. Lakin zaten konu ahlak yasaları da değil. Bu bağlamda önceki konuda yaptığım gibi, ahlakın ele alınışı da bir tarihsel bir de pratik olarak ayırıp ele alıcam.

Önce, yaygın olarak anlaşıldığı itibarıyla ahlakın "iyi davranışlarda bulunmanın bilgisi" olan yönünü bir açımlayalım. Bana kalırsa bu felsefenin işi değildir elbette ama bu konuda buna vaktim kalır mı bilmiyorum. Şöyle ki, hepimiz bir şekilde iyi olanı yapmak isteriz. Bu konuda Sokrates bence de doğru söylüyor. Yani bir kişi, hem bir şeyin yanlış olduğunu gerçekten bilecek, hem de o şeyi yapacak olamaz. Burada da "ama insanlar kötülük yapıyo isteyerek" gibi şeyler söyleyenleri de artık görmezden gelmek gerek. Bu iyiye yönelim eğilimi, insanın, davranışlarını rasyonelleştirme eğilimiyle de birleşince ortaya etik eylemi yahut ahlak yasasını rasyonalize etme çabaları çıkıyor. Bunun adına ahlakı temellendirme diyorlar. Elbette bu kullanımın herhangi bir akademik karşılığı yoktur. Bununla uğraşınca da ortaya garip şeyler çıkıyor elbette. Bunlardan üç tanesini söyleyelim:
1- Ahlak temellendirilemez, bu yüzden tamamen toplumsal yahut psikolojiktir bla bla bla.
2- İyi ve kötünün bilgisini içine tanrı koymuştur, Tanrıdan bağımsız ahlak temellendirilemez.
3- Ahlak evrimseldir. Bir şekilde doğanın kendi kendini üretiminin, kendi harmonisinin insan davranışlarında tezahürüdür.

Bu üç perspektifin de akademik herhangi bir değeri yok. Ama tabi bizimkiler bunları gevelemeyi çok seviyor ben de zevkle okuyorum yahut dinliyorum. Şöyle ki, rasyonel olanın bilgi olması alışkanlığını biz terk edeli epey oluyor. Ki öyle olmadığında bilim yapamıyoruz gibi bir itiraz gelirse de bunu doğru kabul etmek gerekir. Lakin şunu da söylemek gerekir ki insanı ve onun bilgisini salt rasyonel olana indirgemeciliği nereye sığdıracağız? Bunlar anlamsız şeylerdir ve çocuksu uğraşlar olarak kabul edilmelidir. Zaten bunun böyle olmasının etkilerini de görüyoruz; ne tarih yazıyorlar ne başka bir düşünce üretebiliyorlar bu arkadaşlar. Ne var ki burada hadi mistik takılalım beyler biraz da gibi bir şey söylemiyorum elbette. Neden ayarınız yok lan sizin? Çünkü halen Aristotelyen düşünme eğilimindesiniz (karşıtlar üzerinden yani).

Bu ilk kısımla ilgili tartışmalar aslında çok uzatılabilir ve ben çok severim ama gerçekten faydasızdır. Boş laftır. İnsan doğasına ilişkin verilerin kanıtlanması gibi bir arzu, biraz boş bir arzudur çünkü zaten kendi kendine bir paradokstur aslında. Şöyle ki; kanıtlanan bir bilginin doğru olacağına ilişkin kanıtımız nerede? Bu da elbette bir demagoji. Bu antik yunanca terimin anlamı vesvese gibi bir şey. Ama bizdeki şeytanın fısıldaması olan değil. Tanrı da aslında bir terim olarak en büyük demagoji aracıdır. Mesela bana ekranda yazı gördüğünüzü yahut kırmızı gördüğünüzü bir şekilde kanıtlayın? Veya kendinize de sorun "bu kırmızı ama nerden biliyorum kanıtım ne" diye. Bunu yapan bi tane psikopat arkadaşımız var bizim Descartes diye. Nasıl kanıtlıyor biliyor musunuz? Tanrı beni kandırıyor olamaz diye. Bakın gördünüz mü Descartes'ta bile kanıtlamalı, rasyonel sistem kurma anlayışı halen ne kadar merkezde. Bırakın artık bu işleri. Ahlakı rasyonel olarak temellendirmeyi bırakın. Kant geldi Heidegger falan geldi ne biliyim birileri geldi işte niye onları okumuyor bu insanlar?

Yeteri kadar sitem ettiğime göre; ahlak Arapça havada durmayan demek. Bir yere bağlı yani. Bu toplum için kullanılıyor. Çünkü Arap dili bir kabil dilidir ve gramatiği tamamen sözlü kültüre ait olup temel kavramları da imsel olarak düşünür tabi ki. Latince de aynen bu şekilde. Ancak Latince bir yerde Antik Yunanca ile de besleniyor, bunu da Hıristiyan dogmasını felsefi olarak temellendirmek için yapıyor elbette. Başaramıyor tabi ki o yüzden şu an ilerdeler. Ancak, bizimkilerin derdi pek bu değil daha çok yasa üretmek ve bir devlet kontrol mekanizması kurmak. Aslında tam olarak ahlak. bu yüzden, kelimenin toplumsal bir anlamı var. Bir yandan da Etik diye antik yunanca bir terim var ki bu düpedüz "karakter" anlamına gelir bizdeki. Aristoteles ve Platon'un etiği ne şekilde ele aldığını biliyor musunuz? Şimdi çok derin aman aman karman çorman şeyler düşündüğünüzü tahmin ediyorum. Ama bakın şöyle:
Platon: Mutluluk erdemdir. Erdem bilgili olmak ve o bilginin gösterdiği şekilde davranmaktır. Bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar kabaca ölçülülük, hayatta kalmayı bilme, para kazanabilme, cesaret, dürüstlük vs. Hayır sedir ideası falan yoktur Platon'da.
Aristoteles: Mutluluk erdem falan değildir. Mutluluk çay içmektir. Şimdi evde oturup çay da içmeyeceksin tabi ki. Mesela bilmek de mutluluk getirir. Bir kere bunları neden yaptığını bilmen gerekiyor. Yani aslında evreni ve dolayısıyla onun bir parçası olarak da kendini anlamak aslında en büyük mutluluk kaynağıdır evet. Bunun yanında cinsellik de güzel bir şey. Bunun gibi fiziksel hazlarda ölçü kaçmadıkça, onları da yapmak mutluluktur işte.

Aristoteles'in mutluluğunda saydığım anlayışın adı eudaimonia'dır ve türkçeye mutluluk diye çeviriyorlar. Bu yanlış tabi. Şu yüzden yanlış; biz mutluluk kavramını tersten düşünüyoruz: Yani orda mutluluk diye bir şey var ve ne yaparsam ona ulaşırım acaba? Ama Aristoteles ve diğer Yunan geleneği filozofları hiçbir olayı bu şekilde düşünmüyor. Bir olgu meydana gelir, felsefe ondan sonra yapılır. Normatif değildir. O, değişmeyenin bilgisini değişenden çekip çıkarmadır. Dolayısıyla mutlu olursunuz, sonra o ne diye üstüne düşünürsünüz. Burada da kutsalı hedefleme gibi bir şey kesinlikle yoktur. Yani, aman da hadi ben bunu temellendireyim falan gibi bir şey yoktur. Mesela Aristoteles'e gidip "Bana bu dediklerinin mutluluk olduğunu kanıtla" falan derseniz adam sizi anlamaz. Manyak mı lan bu der. Kanıtlama terimi yok çünkü Antik Yunanda, o anlayış henüz yok. Evet Aristoteles'in mantık eseri var lakin mantığın kendisi ontolojik nesnelerle ilgilenmiyor. Ayrıca Aristoteles "mantık" diye bir terim de kullanmıyor. Logic yahut logikon; ölçüye bağlayan demektir. O da bilime, epistemeye götürür.

Aristoteles'in ve Platon'un önemi şurada; yani bu kadar basitse madem neden bu herifler tarihe geçti? Ben de biliyorum aga seksin çay içmenin zevkli olduğunu? Bunun önemi şurada; Tarihte ilk defa insan, evreni kendi aklıyla anlamaya girişti. Ahlak söz konusu olduğunda da onun yasalarını yine kendi aklıyla bulmaya çalıştı. Ondan öncesinde Tanrıların yahut yarı tanrıların olaylarından ahlaki öğütler çıkarılırdı. Çocuklara bu şekilde ahlak eğitimi verilirdi. Bizde halen öyle değil mi? Ahlaktan konuşacak olursanız hemen biri "Efendimiz (sav) bir gün" bilmem ne diye başlayan bir hikaye anlatıverir. Herkes de dinler, severler. Gördünüz mü biz halen Aristoteles'e gelemedik. Sadece ahlakta değil merak etmeyin pek çok bakımdan gelemedik. O yüzden bu herifler önemlidir. Sosyal medyada felsefeyle ilgili yazan birilerini okurken lütfen dikkatli olalım. Bu epey katı kuralları olan, ciddi dil ve tarih bilgisi gerektiren akademik bir disiplindir. Yani ne söyleseniz giden bir alan değildir. Bakmayın siz Niçeye Vitgeştayna.
 
Üst