Albertus Magnus

Albertus Magnus

Albertus Magnus, (y. 1193, Lauingen, Kutsal Roma İmparatorluğu - 15 Kasım 1280, Köln, Kutsal Roma İmparatorluğu), Orta Çağ'da kendisine doktor üniversalis unvanı verilmiş olan 13. yüzyıl Alman skolastik filozofu ve tanrıbilimcisi.



Zamanının hemen her alandaki tüm bilgilerini serimleyip yorumlayışıyla ün kazanmış olan Büyük Albertus, inanç ve vahiy yoluyla kazanılan bilgiyi birbirinden ayırmış ve bu ikisinin birbirine karşıt olmadığını söyleyerek inanç için bir hakikat, akıl için de ona çelişik bir hakikat bulunmadığını iddia etmiştir.



Papa XI. Pius tarafında Kilise Doktoru ilan edilmiştir. Yortusu 15 Kasımdır.

Biyografi

Albertus Magnus, Bavyera'nın Lauingen şehrinde dünyaya gelen Magnus, çok geniş kapsamlı bilgiye sahip olduğu için daha sonraları Doctor Universalis unvanını kazanmıştır. Padova Üniversitesi'nde okuduktan sonra ailesinin isteği üzerine Dominiken rahibi olmuştur. Daha sonra Paris Üniversitesi'ne giderek burada yabancı kürsüsünün başına geçmiştir. Yedi yıl sonra Köln şehrinde Studium Generale'yi kurmuştur. Magnus hayatının büyük bir kısmını vaaz vermekle ve öğretmekle geçirmiştir. İnanç ve vahiy yoluyla kazanılan bilgiyi birbirinden ayırmış ve bu ikisinin birbirine karşıt olmadığını ileri sürmüştür. Ona göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey büyük bir uyum içinde birleşmiştir. Gözleme dayalı bilginin önemini vurgulamış ve bilimin sadece dilden dile aktarılan bilgi olmadığını aynı zamanda nesnelerin doğasının araştırılmasıyla bilime katkı sağlanacağını söylemiştir. Bu görüşü eserlerine de yansımıştır.



Yunan ve İslam biliminin Batı Avrupa üniversitelerine girişinde önemli rol oynayan Magnus, Aristoteles'in eserlerini 1240 yılında, Paris'te bulunduğu sırada tanıdı. Bu eserlerden o kadar o kadar etkilendi ki bu eserlerin bilimle alakalı kısımlarını açıklamaya karar verdi ve yalnızca Aristotelesçi bilimi değil, Aristoteles'in mantık, matematik, ahlak, siyaset ve metafiziğini de açıkladı. Diğer âlimlerin aksine Aristoteles'in yanılabileceğine ihtimal verdi. Muhtemelen başlangıçta Aristoteles'in kitapları ile Padova Üniversitesi'nde eğitim gördü. Meryem ile tanışması Albertus'un Kutsal Tarikatlar'a katılmaya ikna olmasını sağlamıştır. 1223 yılında ailesi istemese de Dominikan Tarikatı'nın bir üyesi oldu ve Bolonya ve başka yerlerde teoloji eğitimi gördü. Köln'de bir hocanın yerine geçmesi için seçildi, burada Dominikan Tarikatı'nın bir evi vardı ve birkaç yıl Regensburg, Freiburg, Strazburg ve Hildesheim'da hocalık yaptı.



Köln'deki görev süresi boyunca Summa de bono'yu yazdı. 1245 yılında din alimi olan Magnus, bu sayede Dominikan Tarikatı'nda bir saygınlığa ulaştı. Bu olaylara müteakiben Paris Üniversitesi'nde tam zamanlı profesör olarak teoloji okutmaya başladı ve bu zamanlarda Thomas Aquinas da Magnus'tan öğrenim görmeye başladı. Magnus Aristoteles'in neredeyse tüm yazılarını yorumlayan ilk kişi oldu ve böylelikle onları daha geniş akademik çalışmalar için ulaşılabilir hale getirdi. Aristo'nun çalışmaları onu İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi Müslüman bilim adamlarının çalışma ve öğretilerini yorumlamaya götürdü ve bu durum Magnus'un akademik düşünmenin kalbine inmesini sağladı.



1254 yılında Dominikan Tarikatı'nın dini yöneticisi oldu ve bu görev boyunca Dominikanlar'ı Paris Üniversitesi'nin saldırıları karşısında savundu, St. John'u eleştirdi ve İslam filozofu İbn-i Rüşd'den yanlış algıladıklarını cevapladı. 1260 yılında Papa Alexander IV tarafından Regensburg piskoposu yapıldı, üç yıl sonra istifa etti. Görev süresince at sürmeyi reddederek alçak gönüllülüğü konusundaki saygınlığını artırdı. 1263'te Papa IV. Urban onu piskopos görevinden aldı ve Almanca konuşulan ülkelerde Sekizinci Haçlı Seferi için vaaz vermesini istedi. Bundan sonra Magnus daha çok görüş ayrılıklarına düşen partilerin ara bulucusu olarak bilinmeye başlandı. Köln'de sadece Almanya'nın en eski üniversitesinin kurucusu olarak değil, aynı zamanda Köln halkı ve kilise arasındaki çatışmaları sonlandırarak isim yaptı. Onun son uğraşları arasında eski öğrencisi Thomas Aquinas'ın inancını savunması vardı. Thomas Aquinas'ın 1274'teki ölümü Magnus'u yasa boğdu. 1278 yılında sağlığındaki çöküşten sıkıntı çekmeye başladı, 15 Kasım 1280 yılında, Köln'deki Dominikan manastırında öldü.

Yazıları

Albertus'un yazıları 1899'da toplandı ve otuz sekiz cilt kadardı. Bunlar Albertus Magnus'un verimliliğini ve mantık, teoloji, botanik, coğrafya, astronomi, mineraloji, simya, zooloji, fizyoloji, frenoloji, adalet, hukuk, arkadaşlık ve aşk gibi konulardaki ansiklopedik bilgi birikimini göstermiştir. Aristoteles'in tüm çalışmalarını özümsemiş, değerlendirmiş, yorumlamış, Arap yorumcuların Latince çevirilerini ve notlarını derlemiş, kilise doktrinine uygun şekilde sistemleştirmiştir. Aristo'nun en modern bilgi birikimi Albertus tarafından korunmuş ve sunulmuştur.



Erken dönem teolojik çalışmaları üç cilt olarak Paris'te 1160'ta vefat eden İtalyan skolastik ilahiyatçı Pietro Lombardo'nın Magister Sententiarum ve iki cilt olarak Summa Theologiae kitaplarının tefsiridir.



Albertus'un çalışmaları teolojik olmaktan çok felsefi olmuştu. Felsefi çalışmalar genel olarak Aristoteles'in çalışmalarının yorumlanışı ve Aristoteles'in görüşleriyle alakalıydı. Albertus Aristoteles'in doğa felsefesine yaklaşımı Hristiyan felsefesinin doğal düzenine hiçbir engel teşkil etmeyeceğine inanıyordu.

Çalışmaları ve Eserleri

Bitkilerle ilgili olarak kendi gözlemlerinin yanı sıra Aristoteles'ten ve Theophrastus'tan yararlanmıştır. Kaba hatları ile çevresinde gördüğü bitkileri bilhassa genel çerçevede tüketilenleri derlemiştir. Bu çalışmalarını De Vegetabilibus et Plantis (Sebzeler ve Bitkiler Üzerine) adlı kitabında toplamıştır. Bu eserinde İtalya'ya yaptığı gezilerinde gördüğü bir portakal ağacını tanımlamıştır. Buna göre ağacın yaprak morfolojisini “biri büyük diğeri küçük iki formdan oluşmakta” diyerek doğru biçimde anlatmış ve çizimlerinde göstermiştir. Bitkiler âlemi için basit bir sınıflandırma sistemini ortaya koyarak; en alta mantarları en üste ise çiçek veren bitkileri yerleştirmiştir. Dikenler ile iğneleri, oluşumlarına ve yapılarına göre ayırmıştır. Bitkilerle çalışmasında morfolojik görünümlerini nesne ve hayvan biçimlerine benzeterek; çan, kuş ve yıldız biçiminde olanlar şeklinde genel bir sistematik sınıflandırma yapmıştır. Mevcut bitkilerin bazılarının “aşılama” yoluyla yeni türlere dönüştürülebileceğini söylemiştir. Meyvelerin karşılaştırmalı bir incelemesini de yaptı, ısı ve ışığın ağaçların büyümesi üzerinde etkilerini gözleyen ilk kişi oldu. Bu gözlemlerden, bitki öz suyunun köklerde tatsız olduğunu fakat yukarı çıktığında tatlandığını ortaya koydu. Batı'da ıspanaktan bahseden ilk kişidir.





Hayvanlarla ilgili yaptığı çalışmalarında Aristoteles’in Historia Animalium adlı eserinden ve Galenus'un çalışmalarından yararlanarak ve kendi gözlemlerini de ilave ederek De Animalibus (Hayvanlar Üzerine) adını verdiği 26 ciltlik bir eser yazmıştır. Bu risalede hayal ürünü bazı yaratıkların tasvirleri yer alır. Bu eserde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Pek çok yeni hayvan çeşidinin morfolojik özelliklerini ayrıntılı bir biçimde ele almıştır. Doğuran hayvanlar ile insanı en üst kategoriye koymuş, sırasıyla kuşlar, sürüngenler, balıklar, yumuşakçalar, kabuklular ile böcekleri alt sınıflara yerleştirmiştir. Böceklerin çiftleşmesinden, çekirgelerde üreme organları, balık ve memelilerde gelişim evrelerine ait yaptığı gözlemlerde organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve net bir şekilde anlatmıştır. Ayrıca tavuklar yumurtladıktan sonra çeşitli zaman aralıklarıyla yumurtaları açarak civcivlerin gelişmesini gözlemiştir. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini ele almıştır. Avrupa'nın Kuzey bölgelerinde ve kutuplarda yaşayan hayvan varlığına değinmiş, hayatta kalmaları için kalın derilere ve beyaz kürklere sahip olmaları gerektiğini söylemiştir.



Psikopos olduğu dönemde köylere yaptığı gezilerde madenleri ve tarihi yerlerdeki arkeolojik kazıları incelemiş ve bu incelemeler ışığında yüzden fazla minerali sınıflandırmıştır. De Mineralibus et Rebus Metallica (Mineraller ve Metaller Hakkında) adlı eserinde fosilleri, Nuh Tufanı'ndan kalan kalıntılar olarak nitelemiş ve bir zamanlar yaşamış hayvanların mineralleşmiş kalıntıları olduğunu öne sürmüştür.



Aynı zamanda Aristoteles'in oklar ve diğer fırlatılan cisimlerin hareketini ele alış şeklini beğenmedi. Samanyolu'nun yıldızlardan oluştuğunu düşündü. Ay da Aristoteles'in söylediği gibi kusursuz bir cisim değildi. Ay'ın yüzeyindeki koyu lekelerin, Yer'in yaptığı gölgeler olmaktan ziyade Ay'ın kendi yüzeyindeki engebelerden kaynaklandığını ileri sürdü. Elementlerin kimyasal bileşikleri nasıl meydana getirdiği konusundaki fikirleri ve Demokritos'un atom teorisine olumlu bakması da yeniydi.


5178065080_ac3ac99e2b.jpg


magnus.jpg
Alıntı.
 
Üst