Düşüncelerin kara çatısı..

Lament

Teğmen
Üye
“canlı kalmaya çalışıyordum en cansız suratların arasında.”

En nihayetinde kendimizi bir yerlerde buluyoruz elbette, ben hiçbir zaman bulamamıştım kendimi. Daha doğrusu hiçbir zaman böylesine kaybolmuş hissetmiyordum… Yalanlar uydurdum ufak sapmış vücudum onlara inanıp ayakta kalabilsin diye. İşin sonunda o yalanların içerisinde boğulurken gördüm kendimi. Bakın, ben en büyük saygısızlığı kendime yaptım! Kendimden önce gelmesi gereken insanlar vardır, kendimden önce gelmemesi gerekenlerin de olduğu gibi. Ben bu ayrımı yapmayarak kendime yaptım en büyük saygısızlığı. Belki de birikimimle yola çıksaydım yüzlerine tükürmekten bile utanırdım, ancak baş tacı yaptım çünkü birikimi önemsemedim. Yaptığım birçok aptallık olmuştur bu güne kadar, kendime saygısızlık etmek en büyüğüydü. Lakin bunun sebebini her şeyden habersiz olmam sanmayın; her şeyin bilincinde olduğumdan yaptım bunu. Günün birinde kendime denk geldiğimde elimden geleni yaptığımı söyleyebilmek adına. Ancak artık yeter dediğim bir noktaya geldiğim gerçeği de var. Bunları okuması gerekenler okumazken, okumamasını istediğim kişilerin okuması canımı sıkıyor bazı zamanlar. Bir önemi yok artık, okuyan hiçbir zat tam manasıyla anlayamayacak zaten yazdığımı. Eskiden egoist bir insan olarak atfedilmek hoşnut etmiyordu beni, çünkü bu tanıma uyan nadir noktalarım olurdu. Şimdiyse bunu duymak beni hoşnut ediyor; hak ettiğiniz her şeyi verebilmişim gibi hissettiriyor, size nasıl gelmem gerekiyorsa öyle geldiğimi kanıtlıyor, kirlendiğimi gösteriyor, hem de olmak istediğimden çok daha fazla. Artık koşmuyorum her değersiz aptalın peşinden, belki koşmamı hak edenler de oldu; ben mahvettim o hakkı. Kirlettiklerinden kirlenmedim, öyle gerekti ve yaptı! Şimdilerde gelip yalvarsalar dönüp bakmayacağım insanlar silsilesiyle dolup taştı hayatım. Ben kirlendim evet, ama bana yaşatılan hiçbir şeyi başkasına yaşatmadım. Ama onlar kadar kirlendim..

Skína í myrkrinu þar sem vonin fæðist.
 
Son düzenleme:

Lament

Teğmen
Üye
Sisli bir günün ardından kaybolmuş buldum ruhumu, oralarda bir yerlerde diye düşündüm bazı zamanlar. Doğrusu; oralarda bir yerlerde değildi... Kaybolmuş bir ruhu geri getirmenin zahmeti var üzerimde, ondan bu yorgunluk. Adeta bir piyano notası gibi bir hayat sürdüm; başlarda sakin, sonrasında mükemmel bir yükseliş, ki genelde acı çektiren türdendir ve son. Sonların güzel olmadığını savunanlar var hâlâ, böylesine bir hayatın ölümlü olması en güzel sondur bana kalsa. Uzunca bir ömür sürmek isteyen kaç kişi var şunun şurasında? Nefeslenmek niyetiyle duraksıyorum bazı zamanlar, sonra devam etmek isteyince kaybediyorum kurduğum cümleleri. Unutkan birisi değildim aslında, hatta her şeyi keskin bir biçimde hatırlardım her seferinde... Sonrası malum, hatırlamanın zahmetinde boğulmamak için unutmak ilacımdı. Bir keresinde bir çift göz görmüştüm rüyamda, uyandığımda bulamadığım o gözlerin zahmetinden bu hale geldim. Aradığın şeyi bile bilmezken bir yola çıkma gafleti büyük bir risktir. Aranızdan beni çekip çıkaran hiçbir şey yok aslını isterseniz, hatta, hepinizden daha demode bir insanım ben. Olağanüstü kaygılar taşıdığım zamanlar oldu, kaygının zahmetinden iğrendiğim için bıraktım olduğu gibi. Geriye bıraktığım her şey gibiydi tadı, başlarda oldukça ekşi sonlara doğru ise olgunlaşmış bir acı hissiyatı... Uzak mesafeler hakkında düşünüyordum dostlar, ulaşılması herkesçe imkansız olan mesafeler. Sizin, beni anlamanızı engelleyen mesafeler, bütün tarihi eserlerin yapılış amacını ezbere bilmek kadar zor bir başarı olurdu muhtemelen. Sahi, var mı öyle biri? Aranızdan çıkıp da tamı tamına anladığını söyleyebilecek kimse var mı? Sanmıyorum... Dinlenecek bir yer bulan insanlara imrendim her zaman için. Ben, en son dinlediğim tarihi bile hatırlamıyorum. Şöyle; başını herhangi bir mevcudiyet içeren bir insanın omzuna koyarak uzay seyahati edercesine sakinleşen insanlar! Nasıl başarıyorlar? Nasıl ulaşıyorlar bu denli ermişliğe? Şahsen, başımı omzuna koyacağım insanın tedirginliğinin zahmetinden çekinirdim... Velhasıl, sisli bir günün ardından kaybolmuş buldum ruhumu. Bulduğum şeyin ruhum olmasını umuyordum, kayboluş nasibim oldu. Şimdiyse, ancak sisli bir geceyle bulmayı temenni ediyorum. Kaybettiğiniz bütün ruhlara saygı duyar, harcadığınız sevgilerin ellerinden tutarım...

Skína í myrkrinu þar sem vonin fæðist.
 
Son düzenleme:

Lament

Teğmen
Üye
Uçup giden uçakların da üzerinde olan fikirlerim var. Ulaşılması için uzay araçları tasarlanmalı belki, ancak o zaman elde edilebilir hale gelebilirdi. Doğrusunu isterseniz, ben bile idare edemiyorum inşa ettiğim kilometrelik gökdelen boyutundaki fikirlerimi... Ufak bir metanet sızıntısıyla yanıp tutuşur arada vücudum, sonrasında en hızlı şekilde bertaraf etme peşinde olurum o sızıntıyı. İyi olan bütün şeyleri reddeden hastalıklı bir ruhum var, kötülüğü kendine çeken. Olağanüstü güzel niyetlerle yaklaşıyor olsa bile en alçak fısıltılarla kötülüğe seslenen bir ruh. Sonuçlara ulaşmaya yemin eden bütün kesimlerden nefret ediyorum, ulaşılan sonuçlar güzelliğini kaybediyor nezdimde. Sonuçlar olmalı, ancak ulaşılamaz şekillerde. Öyle yorgun, öyle bitmiş, öyle iflah olmaz ve çaresiz bir durum içerisinde kıvranıyorum ki... İnsanlar her zaman için alkol gibiydi benim adıma, çok güzel ilerleyen, zamanla beynimi ele geçiren ve işin sonunda dünyaları kusturan. Keşke dedim hep; keşke ölesiye içtikten sonra fikirlerimi de kusabilsem, öylece süpürülse midem gibi. Öyle olsaydı alkola bağımlı olurdum belki, ancak birkaç saat süren bir sarhoşluk için alkola bağımlı olamadım. Beni, fikirlerimi yeryüzünden silip götürecek çözümlere ihtiyacım vardı benim, elde edebildiğim bütün sonuçlara göre ölüm tek çözümdü. Ölmek istemiyorum, henüz. İntihar etmek çok zordu benim için, yaşamak daha da zordu, nefes almak bazı zamanlar her şeyden daha zor geldi. Adını bile hatırlamadığım insanların acısı sinmiş üzerime, hiçbir parfümün, kokunun geçiremediği türden bir sinme. Öksürdüğüm birkaç mikrop değil de ismini unuttuğum insanlara olan nefretim olsaydı keşke... Kaçarak gittiğim evimden, peşimden dikilmeyen gözlerden, nereye gittiğimi bile sormayan herkesten nefret ediyorum. Daha dün birisiyle sohbet ettim, kafasındaki seslerden ötürü ülkenin neresine gideceğini bilmeyen, evinde geçirdiği zamanın terminallerde geçirdiğinden daha az olan birisi. Kurabildiği bütün cümlelerdeki acıdan nefret ettim, konuşmasından, konuşabilmesinden! Okuduğum kitaplarda da buna çok rastladım, kitabı sadece okuyamadığım anlardan, içinde kaybolup gittiğim bütün kitaplardan nefret ettim. Okumanın acı verdiğini duymuş olmakla hissetmek aynı şeyler değiller, okuyun ancak hissetmeyin. Bilin, öğrenin ama yaşamayın...

Skína í myrkrinu þar sem vonin fæðist.
 

Lament

Teğmen
Üye
"Yemek yeme alışkanlığı gibidir hayat."

İştahsız bir bireyim ben, az yemek yediğim gibi az yaşarım hayatı. Kimsenin anlaşamadığı bütün ortak anlamsızlığın merkezindeyim bir noktada. Herkes birileriyle anlaşır, birilerini sever ama; ben hepsinin toplanıp da sevemediği tek kişiliğim. Umutlanmak gibi bir niyetim olmadı ama hep umutluydum. Belki de bir şeylerin düzeleceğine, yoluna gireceğine olan inancım beni bitirir...

Çeşitli ilham perilerine sahip oldum, bazıları sapkındı, herkesin düşünmeye bile çekindiği şeyleri düşünürüm onlar sayesinde. Bazen mükemmel işler ortaya koyar ve kaybolurum o ortadan. Benim vücudumun çoğu kötülük, geriye kalanı ise yazardır. İyi şeyler yazacak kadar mutlu olamadım, toplasan şunun şurasında bir iki tane güzel yazıya veya şarkıya sahibim. Geriye kalan bütün yazılarım ve şarkılarım umutsuzluktan aksamakta. Benim niyetim ölünce değerlendirilmek değil, hayattayken anlatabilmek derdimi! Üstesinden gelinemeyen hayati problemleri yazarak yok saymak görülen en aciz çabadır, bir yandan yaşamın huzursuzluğunda geberirken diğer yandan ölmemek adına çabalamanın sembolü belki bu...

İflahım kesilircesine ağlamak mı yoksa yazmak mı? Yaşamak mı bir kör sevişmenin sonucuyla yoksa ölüp gitmek mi isyan edercesine burada olmamın bütün sebeplerine? Sakince izlemek mi içimdeki sancıyı yoksa tükürmek mi o sancının oluşmasında rol alanlara? Bitirmek mi? Bitmek mi? Bilmiyorum... Arada bir bütün insanlığın ölümünü hayal ettiğim oluyor, büyük bir sel felaketi ardından herkesin can verdiği, dünyanın nefes alabilen, alamayan, bütün organizmalardan arındığını. Bu duruma şükürlerini sunarlardı hepsi; çocuklar kötülükten bitap olan dünyanın temizlenmesine, gençler gerçekleştirmediği hayaller kurmaktan kurtulduklarına, yetişkinler geçinmek için ölürcesine çalışmanın yorgunluğundan kaçabildiklerine. Peki ya ben? Ben neye sevinirdim? Acılarımdan arınacağıma emin miyim ki bu kıyıma razıyım? Yoksa sadece bitmek mi istiyorum? Bilmiyorum, bilemiyorum! Başlama sebebimi bilmediğim gibi, sonumu da bilmiyorum.

Skína í myrkrinu þar sem vonin fæðist.
 

Lament

Teğmen
Üye
3.22.25
“Garip”. Şu kelime herhalde en çok kullandığım kelime olabilir. Hatta bir kelime olacak olsam “garip” olurdum herhalde. Çünkü.. öyle. İnsanlar garip. Olaylar garip. Davranışlar garip. Simülasyon hatası gibi hayatım. Bi hata olmuş doğmuşum gibi. Bi hata olmuş şu insanlarla tanışmışım gibi. Bi hata olmuş şu bölümü bırakmaya karar vermişim gibi. Bi hata olmuş şu insanla ilişki kurmuşum gibi. Yine bir hata olmuş ilk aşk kanser olmuş. Bi hata olmuş duygularım sıfırlanmış. Bi hata olmuş tüm perdeler kapanmış. Bi hata olmuş duygularım geri gelmeye yüz tutmuş. Bi hata. Sanki. Çok garip ama değil mi? Bi hatadır ki hayaller kurmuşum,, peşlerinden koşup kovalamışım. Hepsi kaçmış benden. Hepsi. Kurduğumu fark etmediklerim de beni kovalamışlar arkamdan. Onlardan kaçar olmuşum. Bakmışlar yorulmuyorum. Ruhumu bezdirmişler. Erken yaşlanma. En büyük sorunum gibi. Tüm hayatta yapacaklarıma hayallerime kovalayıp kovalandıklarıma,, şevk ve isteğim kalmamışçasına soluk ve boşum. Ben.. ben bir şey yapacaktım neydi o? Bi amacım var. dı?. Nasıl ola ki? Ruh çok garip. 19 senede yıpranmayan dönüp duran usanmaz arlanmaz bir çark. Nasıl ola ki 3 senede paslanıp kir tutar ki? Nasıl ola ki.. Herbokolog derler ya. Hah işte o benim. Çok çeşitli ama bir türlü tam olamayan. Bir bütün olamayan. Bir karakteri alamayıp 10 karakter arasında kararsız kalan. O kadar çok fikir bulup birinde karar kılamayan ve hepsini bir arada yapmaya çalışıp buna hayallerinin peşinden koşmak diyen. Hiçbirini gerçekleştiremeyen. “Henüz”. Zorlukları kahkahalarla savuşturan. Maske takıp “iyiyim” diyen. Gülümseyen. Kimim ben? Garip. Bu soruyu daha önce de sormuştum sanki kendime. Hah hatırladım. yaklaşık 347. kez oluyor bunu kendime soralı. Hayır saymadım. Tahmini işte. Matematiğim zayıftır küsüratlı hatalar olabilir. Kusuruma bakmayın. Hafızam da zayıf. Bedenim gibi. Dün yediğim yemeği hatırlarım o kadar da değil abartmayın. Neyim ben? Neyi değiştirmem lazım ki bu hayatta. Bu şansta. Bir şans sanki her şey. Garip. Varoluş sancısı mı tüm bunlar? Ne zaman son buluyor peki? Hadi diyelim ki son buluyor. Bir ben olabiliyor muyum? Yoksa hala 10 tane can mı? Belki daha da fazla.. İnsan kaç kişiyi unutur hayatta? Kaç kişiyi belleğinde tutar? Tutmalı mıdır? Neden? Niye düşündürtüyorsun bana bunları? Amacın ne tanrım? Akbaba sabır diyor. Neye? Nereye kadar sabır? En nefret ettiğim şeylerdendir. Bir soru sorup cevabını alamamak. Resmen koskocaman bir karadelikteymişim ve uzun yıllardır sürükleniyormuşum gibiyim. Garip. Bazen her şey önüme atlıyor. Bazen arabalar, bazen kamyonlar, insanlar, çocuklar, yaşlılar.. Sanki onlar da benim gibi kurtarılmayı bekliyorlar gibi. Sanki onlar da bir mucize olmasını bekliyorlar gibi. Ama ben kimsenin kurtarıcısı olmak istemiyorum. Kendimin bile. Belki de bu yüzdendir şimdiye kadar kazımaktan kanayan kırılan tırnaklarım. Yenilmekten şekli bozulan tırnaklarım. Sigaradan bozulan ciğerlerim. Alkolden kahrolan ciğerim. Hayatta sürüklenmemden kahrolan annem. Ne zaman son buluyor bunlar? Ama her şeyin son bulması beni huzura kavuşturmayacak buna eminim. Hem ben olmazsam hayallerimi kim kovalayacak? Hayır hayır. Tamam. Belki bir gökdelenin tepesinde yıldızları izlerim. Endişe yok henüz gitmiyorum. Belki saçlarımı okşayan rüzgarın kulağıma fısıldadığı melodilere kucak açarım. Belki.. Belki. Bir çok şey yaparım. Belki asla bir ben olamam. Garip. Geceleri uykumdan uyandıran anılar. Ah o anılar. Anı olmadan önceleri keyifliydi alıp verdiğim nefes. İçtiğim sigara bile tatlıydı. Attığım kahkaha, döktüğüm gözyaşı, birini tanımak ve birini unutmak.. Her şey daha keyifliydi. Gözümün açılmasını hala isteyip istemediğimden emin değilim. Her şey karanlık. Her yer karanlık. Ne kadar çok görürsem o kadar kararıyor şu dünya. O oda daha da daralıyor. O pencere daha da küçülüyor. Mumun alevi sönmeye yüz tutmuş,, görüyor musun? Görme. Sen de renkleri kaybetme. Küçükken, eskiden. Anılar anı olmadan.. renkler vardı. Şimdi her şey soluk, cansız, renksiz. Hangi ara dünya değişti bu kadar? Hangi ara gözüm bu kadar soldu. Delilikte de bi iş yok. Yazının da bir sınırı varmış. Garip.

No Clear Mind · Dream is Destiny
 
Son düzenleme:

Lament

Teğmen
Üye
2.9.25
Gerçek şu ki; bir insanın şuan ilişki istemediğini söylemesi, onun geçmişte birine delicesine bağlanmadığı anlamına gelmez. Zamanında uğruna her şeyini feda etmeye hazır olduğu tek bi’ mesaj için saatlerce beklediği, sevdiği insanın mutluluğunu kendi mutluluğundan önde tuttuğu günler olmuştur. Ancak bazen birini sevmek insanı yorar. Hayal kırıklıkları,,, insanın içindeki en saf duyguları bile tüketir adamın. İşte o yüzden artık sevmeye mecali kalmamış biri, eskisi gibi sevebileceğine inanmaz. Oysa şimdi en çok “ben kimseyi sevmem hayatta kolay kolay” diye söyleyenler bi’ zamanlar en çok sevenlerdi.

3.2.25
Bazı şeylerin geri dönüşü yoktur o telefon sırf ölüm de var diye açılır ama sonunda ölüm olacağını bilsen bile ikinci şansı vermezsin. Verirsen sen kaybedersin. Tekrar.

3.3.25
Kravatlı dik yakalılardan hoşlanmam. Ümitsizleri severim. Dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık. Gömlekleri, elbiseleri, suratları kırışıkları..
Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Kadehlerine umut doldururum. Kaderlerine ise bolca seçenek.. Serseri tiplerden hoşlanmam. Azizleri severim. Yolları uzun, düşleri derin, hedefleri keskin. İşleri, güçleri, zevkleri tehlikeli..

“Azimli olmadığım doğru ama; azimli olmayanların da yaşayabileceği bir yer olmalıydı.” >Charles Bukovski

3.23.25
İçmeden ağlayan bir insanım ben. Dokunulmadan solan bir çiçek. Güllerin arasında boynu kırık siyah bir papatya. Köklerini karıncalar kemirmiş dik duramayan bir çiçek. Topraktan hala yaşama arzusu çeken, boynu bükük sonunu bekleyen. Güllerin arasında bulunmayı bekleyen. Dikenlerin ardından göz kırpan. Gözyaşlarıyla toprağı, gülleri besleyen. Ancak kendine faydası olmayan. İçmeden ağlayan bir insanım ben. Anıların güzelliğine hasret kalıp şimdinin gerçeklerinde boğulan ben. Durgun, soluk, bitkin ve yorgun. Siyah bir papatya ne kadar imkansızsa; o kadar imkansız olanım ben.

3.3.25
“Beni anlayın. Ben sıradan bir dünya değilim, deliliğim var, başka bir boyutta yaşıyorum ve ruhu olmayan şey için zamanım yok.”Charles Bukovski
 

Lament

Teğmen
Üye
18.06.25
Nefret, sinir ve öfke…
Sanırım sinir. Son zamanlarda kendimde yine bazı şeylerin değiştiğini hissediyorum. Özellikle Dünya’ya ve insanlara bakış açım, duygularım, ihtiyaçlarım.
Bitmek tükenmek bilmeyen bir sinir, nefret ve öfke yumağı oluşmuş içimde sanki ve sürekli yaşadığım karşılaştığım olaylar bu yumağı sarıp sarıp sarmalıyor. İnsanlardan nefret eden bir insan. Bunu tabii ki daha önce duymuşsunuzdur. Veya az da olsa aşinasınızdır. Sanırım bir şeye dönüşüyorum ve bu şeyin içinde insanlığı kurtarmaya umitli olmak, umut saçmak; aynı zamanda da tam zıttı olan insanlığı yok etmeye can atan ve insanların, içinde uyandırdığı öfkenin sebebi olmasından ötürü onlara karşı duyduğu sonsuz bir nefret kusmak.. bu nefreti ne zaman kusmaya çalışsam başarısız oluyorum. Küfrediyorum, lanet ediyorum, hatta belki duyup duyabileceğiniz en çirkin ifadeleri haykırıyorum. Sonunda yine o yumak büyüdükçe büyüyor. Sonunu göremiyor, kestiremiyorum. O yumağı yakmak yok etmek istediğimden de emin değilim. Çünkü yine bu nefreti içimde yaşıyorum. En yakınım dediklerimle bile paylaşamıyorum. Paylaşınca durumun değişeceğini sanmıyorum. Belki de nefret dolu insanlardan birine benziyorum gitgide. Keşke ben de bağırıp çağırıp bardakları tabakları kırabilsem. Keşke bir şekilde içimdeki bu yumağı tek tek düğümleyip kopartabilsem. Bir şeye dönüşüyorum ama neye dönüştüğümü ben de bilmiyorum. Ve bunun iyi mi olacağını yoksa kötü mü.. bilmiyorum. Bu nefretin ve sinir krizlerinin yanında gün içerisinde devamlı birilerinden nefret ediyorum. Tanımadıklarımdan bile.. Belki tanısam bir ihtimal sevebileceklerimden bile.. Yine sigaram bitmiş. Kaçıncısını söndürüp yakıyorum bilmiyorum. Bazen söndürmek de işe yaramıyor. Kazılıp kuyuya dönen yolların tekrar tekrar yamalanması kadar mantıksız işliyor kafamın içindeki düşünceler. Keşkelerin bol olduğu düşlerimde yaşıyorum bazen. Bedenen çalışıyorum ancak kafamda belki de yaşansa mutlu olabileceğim düşleri yaşıyorum her gün. Müziksiz bir gün geçiremez oldum. Ne dinlediğim fark etmeksizin bir melodi dönmeli ki düşüncelerim hafiflesin. Hafiflesin ki keşkelerin ağında kendimi koza halinde bulmayayım. Gerçi pek de bir şey fark etmiyor. Tek bir hayal dönüyor başımda dört bir köşesinde. Bunu yazmak çocukça geliyor bu yüzden yazamam. Ama hiçbir dert tasa düşünmediğim huzurlu olduğum sıcacık bir kucak dolusu sarılma diyebilirim. Rastgele anlarda, tamamıyla birbirinden bağımsız gün saat ve dakikalarda kokan o kokunun sahibini bulmak istiyorum. Bunu o kadar çok arzuluyorum ki bazen çıldıracakmış gibi hissediyorum. Aslında her gün o eşikte yaşıyorum. İnce bir ipliğin üzerinde gösteri yapıyormuşum gibi. Her gün her dakika mutlaka bir yana sendeleyip devam ediyorum. Neyin devam etmemi sağladığını bir türlü çözemedim. Hani kokudan bahsetmiştim ya.. pamuk şekeri, tatlı ama boğucu yapış yapış olmayan bir koku.. Keşke sebebini bilsem; belki o zaman kördüğümlerin nerden başladığını, nereye uzandığını, nasıl düğümlendiğini çözebilirdim. Sarılmak bir ihtiyaçtır. Hiçbirimiz bunun ihtiyaç olduğunu anlayana kadar değerini bilmeyip üstünkörü birilerine sarıldığımız olmuştur. Muhtaç kalınca da keşke deyip daha sıkı sarılsaydım dediğiniz belki.. Hayır birinden bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın. Sarılmanın uyandırdığı duygulara ve huzura olan açlıktan ve muhtaçlıktan bahsediyorum. Hayatımda en çok hakkını vererek sorduğum soru "Ne Zaman?" sorusudur herhalde. Bu bir merak sonucu ortaya atılan öylesine bir soru değil. Bitmiş, tükenmişliğin sebebi olan hal ve durumdan kurtulmak için son çare olarak görülen cevaplara duyulan ihtiyaçtan dolayı sorulan sorular dizisidir. Bunları yazarken anlaşılmak mı istiyorum yoksa anlatmak mı bilemiyorum. Şu sıralar kendimle ilgili pek bir şey bilmiyorum sanırım. Yaşadıklarımın bir test olduğunu düşünmeyi bırakalı çok oldu. Sonuçta her testin bir sonu olur. Benimkinin yok sanırım. Veya bir ödülü ya da cezası olur. Benimkinin yok sanırım. Simülasyon olduğuna yönelik inancım daha fazla; Simülasyon içinde simülasyon gibi. Beyin yakan türden şeyler düşünür oldum. En çok da ben kimim? ve kim olmak istiyorum? bunlar o kadar yoruyor ki. Tek seferde düşünmelik bir şey değil bu. Yaklaşık 7-8 senedir düşünürüm. Kararsızlıktan ne kadar nefret etsem de kararsızlıktan kurtulduğum görülmemiştir mesela. Tıpkı Neo gibi sürekli seçimler yaparım. Bir şeyleri seçerim aslında. Ama bu seçimleri kendim olduğum için mi yoksa kendim olmanın ne demek olduğunu anlayabilmek için mi seçerim bilmiyorum. Buraya kadar okumak da zor olmuştur.. Tebrik ederim sizi. Kafamın içinde dönenlerin yüzde birine anahtar deliğinden bir bakış atabildiniz. Nefret dedik sinir dedik insanlar dedik nerden çıkıverdik.. Sanırım bir yol arkadaşına ihtiyacım var. Beni benden esirgeyebilecek birine. Ne yazık ki buna olan inancım da kalmadı artık. Kendi türünden nefret eden bir varlığa dönüşmeme ramak kaldı. Yolumda yolculuğunda sislerin ardında uzaklarda olsa bile artık bir tür işaret gelmeli. Yoksa yumak dünyayı saracak, iplik kopacak, yamalı yollar yarılacak, ben diyemediğim varlığım da içine düşecek. Asırlar sonra bulursunuz artık. Asırlar sonra da iş işten geçmiş; anlamlar anlamını yitirmiş yitip gitmiş olur ancak. Daha da yazarım da.. neyse.

 
Son düzenleme:
Üst