Evrende Yalnız Mıyız?: Fermi Paradoksu

Enrico Fermi Kimdir ?

Konuya giriş yapmadan önce Enrico Fermi’den kısa bir şekilde bahsetmek istiyorum. Fermi, kuantum mekaniğine ve atom fiziğine çok önemli katkılar sağlamış, Nobel ödüllü bir İtalyan-Amerikan fizikçidir. İki temel parçacıktan birisi olan “fermiyon” onun adıyla anılır. Hatta nükleer ve parçacık fiziği için çok önemli olan, milimetrenin trilyonda biri olan femtometreye ondan esinlenerek ”fermi” denmiştir. Bu yazıda inceleyeceğimiz sorunun kökeni, fizikçilerin olduğu bir akşam yemeğinde uzak yıldız sistemlerindeki dünya dışı varlıkların Dünya’ya olası bir ziyaret amacıyla ışık hızını aşıp aşamayacağı ile ilgili bir tartışma etrafında ortaya çıkıyor; Fermi Paradoksu.

Fermi Paradoksu

İçinde yaşadığımız evren çok büyük ve aynı zamanda biz insanlara göre çok yaşlı (13.8 milyar yıl). Galaksimiz Samanyolu’nda bile milyarlarca yıldız ve bu yıldızların yörüngelerinde dönen kendi gezegenleri var. Eğer Dünya yaşama elverişli olmak konusunda sıra dışı bir örnek değilse, evrenin yaşamla dolup taşıyor olması gerekir. Ve bunların bir kısmının zeki olarak adlandırabileceğimiz varlıklar olup uzay yolcuğu için gerekli teknolojiye sahip uygarlıklar kurmuş olması gerekir.

Peki o zaman nerede bunlar?

Gelin, evrendeki yaklaşık yıldız ve yaşamı destekleyebilecek olası gezegen sayısını daha iyi anlayabilmek açısından biraz sayısal verilere bakalım.

Güneş bildiğimiz üzere içerisinde yer aldığımız Samanyolu galaksisine ait bir yıldız, astronomların hesabına göre galaksimizde Güneş gibi 100 milyar (1011) yıldız mevcut. Galaksimizin dışarısına çıkacak olursak, Hubble Uzay Teleskobu’nun verilerine göre gözlemlenebilir evrende yaklaşık 125 milyar galaksi var. Bu veriler bize evrende toplam 1022 ile 1024 arası yıldız olduğunu gösteriyor. Üslü sayılar ile pek arası olmayanlar için yazmak gerekirse 100000000000000000000000 yıldız. Gezegen sayısına gelecek olursak da her yıldızın yörüngesinde 3 ile 30 arası gezegen bulunuyor.

Fermi’ye göre bir uygarlığın galaktik medeniyet seviyesine çıkması ve yıldız sistemleri arası yolculuk yapması için gereken teknolojiye sahip olması 10 milyon yıl gerektirir. Bu sayı evrenin yaşının sadece binde birine karşılık geliyor. Ayrıca insanoğlunun sadece 200 bin yıldır var olduğunu da unutmayalım.

Bu bilgilerden sonra paradoksu şu iki soruya indirgeyebiliriz:

-Eğer yaşam inanılmaz derecede özel değilse diğerleri nerede?

-Eğer yaşam gerçekten özelse, nasıl oluyor da evren sadece Dünya’da yaşamın ortaya çıkabileceği ince bir ayara sahip oluyor ?


Olası Cevaplar

Bugüne kadar komplo teorileri haricinde dünya dışı varlıklara dair kesin olarak herhangi bir bulgu yoktur. O yüzden bilimsel birkaç yaklaşıma geçmeden önce bugüne kadar getirilen önerilere biraz göz atalım.

1) Uzaylılar var ve bizi zaten ziyaret ettiler.

Pek çok insana göre antik zamanlarda uzaylılar Dünya’yı zaten ziyaret ettiler ve bazı medeniyetlerin gelişimine destek olup o dönemdeki teknolojik sıçramanın asıl sebebi oldular. Bazılarına göre ise günümüzde hâlâ bizi UFO’lar ile ziyaret ediyorlar, hatta insanları kaçırıp üzerlerinde deney yapıyorlar. Bu seçenek ne kadar ilgi çekici olsa da kanıt yetersizliğinden dolayı daha ileri gidemiyor.

2) Uzaylılar oradalar fakat bizimle iletişime geçmiyorlar.

Eğer önceden bahsettiğimiz seviyeye ulaşmış medeniyetler varsa, bizi varlıklarından haberdar etmemeleri için akla gelebilecek birçok neden var. Örneğin; kendilerini gelişmiş başka medeniyetlerden korumak amacıyla varlıklarını galaksiye duyurmak istemiyor olabilirler. Ya da basitçe bizi kendi standartlarına göre aşırı ilkel buluyorlar ve iletişim kurma zahmetine girmiyorlar.

3) Doğru yere bakmıyoruz.

Yıllardır uzaydan gelen sinyalleri dinliyoruz fakat henüz bir şey bulamadık. Belki de uzayın doğru yerine bakmamız veya doğru frekans aralığında aramamız gerekiyordur. Ya da belki sinyaller ve mesajlar çoktan bize varmıştır ama biz onları mevcut teknolojimiz ile nasıl yorumlayacağımızı bilmiyoruzdur.

4) Diğer yerlerde yaşam sürekli yok ediliyor.

Belki de diğer yıldız sistemlerinde gezegenler Dünya kadar korunaklı ve şanslı değildir. Devamlı buzul çağı, göktaşları, güneş patlamaları, gama-ışını saçılmaları gibi çeşitli felaketlere maruz kalıyordur ve orada yaşayanlar devamlı sıfırlanmalarından dolayı asla gelişemiyordur. Ya da belki tam tersi geçerlidir; bu gezegenlerde yaşam o kadar rahattır ki biyoçeşitliliğe yol açan ve zekanın evrilmesine neden olan evrimsel mekanizma çalışmıyordur. Bu ve bundan sonraki seçeneğe bir sonraki kısımda biraz daha değineceğiz.

5) Kendilerini yok ediyorlar.

Bu iddiaya göre; evrendeki zeki yaşam kaçınılmaz olarak kendini imha ediyor. Sahip olduğu yüksek teknoloji savaşlara alet olarak kullanılıp gezegeni yaşanamaz hale getiriyor. Buna günümüzdeki olası bir nükleer savaşı örnek olarak vermek oldukça yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Diğer senaryolar ise küresel bir hastalık ya da önceki örneğe benzer olarak ilgili gezegenin yeryüzündeki kaynaklarının teknoloji ve hırs için tüketilmesi, buna bağlı olarak da bozulan doğal dengeye bağlı yok oluş olabilir.

6) Uzaylılar bizim ”uzaylı” kavramımızın çok dışında.

Uzaylı olarak bahsederken hep bizimle benzer şekilde göründüklerini, bizim gibi uzuvları olduğunu, karbon bazlı olduklarını ve bizim gibi elektromanyetik dalgalar ile haberleştiklerini varsayıyoruz. Belki de sadece 3+1 boyutu (3 uzay ve 1 zaman) tecrübe edebilen bir varlık olduğumuz için bizden çok üstün bir varlığı kavrayabilecek ve yorumlayabilecek bir hayal gücüne sahip değilizdir.

7) Evrende gerçekten yalnızız.

Bu son seçeneğe göre yaşam gerçekten de son derece nadir ve oluşabilmesi için birden çok sıradışı parametrelerin bir araya gelmesi gerekiyor. Bu enderlikten dolayı da biz insanlar, evrene sinyal gönderebilecek kadar gelişebilen ilk ve tek uygarlığız.

Büyük Filtre

1663275416863.png

4. ve 5. maddeler için bu kısımdan bahsetmek önemli. Büyük filtre teorisi, yıldızlararası yolculuk yapabilecek medeniyetlerin o seviyeye gelmeden önce birçok kritik aşamadan geçmesi gerektiğini ileri sürer. Bunların en genelleri şu şekildedir:

– Yaşamın oluşması için elverişli bir gezegenin kendi yıldızı etrafında yaşanabilir bir bölgede konumlanmalı.

– Yaşam bu gezegende kendi kendine ortaya çıkabilmeli.

– Oluşan bu yaşam formlarının DNA ve RNA moleküllerini kullanarak üreyebilmesi.

– Basit hücreler (prokaryotlar) daha komplike ve gelişmiş hücrelere (ökaryotlar) evrilmeli.

– Çok hücreli organizmalar oluşmalı.

– Genetik çeşitliliği önemli ölçüde etkileyen cinsel üreme gerçekleşmeli.

– Gelişmiş organizmaların araç ve alet kullanma becerileri evrilmeli.

– Bu oluşan organizmalar uzay yolculuğunu destekleyecek seviyede bir teknolojiye sahip olabilmeli. (Günümüz insanlarının kabaca konumu)

– Son olarak, bu türler kendini yok etmeden diğer gezegenleri ve yıldız sistemlerini kolonileştirmeli.

İnsanlık bu filtreyi geçti mi?

Eğer büyük filtre arkamızdaysa bu, evrenin keşif ve koloni için bizi beklediği anlamına gelir. Fakat eğer bu filtre önümüzdeyse, kaçınılmaz sona mahkumuz demektir. Şu ana kadar uzaydan herhangi bir sinyal yakalamadığımız için bunu iyiye işaret olarak görebiliriz. Çünkü bu demektir ki; galaktik yolculuk seviyesine bir şekilde yaklaşmış ilk medeniyet olabiliriz. Fakat ileriki bir zamanda uzaydan başka bir medeniyete dair bir sinyal alırsak bu da demektir ki; bizden çok daha gelişmiş ve bizi ilkel kılacak birilerine rastlamış olabiliriz. Bu sebeple de insanlık olarak henüz bilmediğimiz veya anlayamadığımız büyük bir kozmik sınava girmek zorunda kalabiliriz.

Büyük filtre sadece bir teori, evet. Fakat mantıksal bir perspektiften bakıldığında Fermi paradoksu için oldukça makul bir açıklama sunan ilgi çekici bir fikirdir. Fakat “Neredeler?” sorusu hâlâ cevapsız kaldı. Büyük filtre teorisi ne kadar hayal edebileceğimiz en iyi tahminlerden birini sunsa da, bu filtrenin uygarlık çizgimizde nerede kaldığını maalesef basit bir şekilde bize söylemekte yetersiz kalıyor.


Drake Denklemi


1663275452026.png


Son olarak bu konuya güzel bir yaklaşım yöntemi geliştiren ve bir nebze matematiğe döken Drake denkleminden bahsetmek istiyorum.

Bu denklem, Samanyolu Galaksisi içindeki aktif iletişime sahip olabilecek medeniyet sayılarının yaklaşık değerini veren bir argüman olarak nitelendirilebilir.

N: Samanyolu Galaksisi içerisindeki olası gelişmiş medeniyet sayısı

R: Galaksideki yıldız oluşum oranı

Fp: Bu yıldızlar arasında gezegen sistemine sahip olanların sayısı

Ne: Yıldız sistemi başına düşen yaşama uygun gezegen sayısı

Fl: Yaşamın gerçekten ortaya çıktığı gezegenlerin oranı

Fi: Yaşam olan gezegenler arasından zeki yaşamların oluştuğu gezegen oranı

Fc: Varlıklarına dair uzaya tespit edilebilir sinyal yayabilen medeniyetlerin oranı

L: Bu sinyallerin gönderildiği toplam süre


Farklı Bir Bakış Açısı


Dünya dışı varlıkların var olma ihtimalleri hakkında konuştuk, peki bunu gerçekten istemeli miyiz?

Evrende yalnız olmama hissi ne kadar rahatlatıcı ise bir o kadar da korkutucu olabilir. Hayal ederken onları hep iyimser varlıklar olarak düşünür, görünüşleri konusunda insana benzediklerini varsayarız fakat düşünce yapıları bakımından insana benzetmeyiz. Neden genel algıda yer edindiği gibi bize ellerini uzatıp teknolojilerini paylaşacaklarını düşünüyoruz, fakat insanoğlunun binlerce yıldır yaptığı gibi kendilerinden zayıf ve ilkel olana baskın gelip bu durumu kendi çıkarlarına kullanabileceklerini aklımıza getirmiyoruz? Stephen Hawking’in uzaylılar için kullandığı “farklı kaynaklar arayan gezginler” ve “Christoph Colomb’ın Amerika keşfi” örneklerinin oldukça yerinde yorumlar olduklarını düşünmek pek de yanlış olmaz sanırım. Bu keşfin yerliler için nasıl sonlandığını biliyoruz, biz dünyalılar için de nasıl olacağını tahmin etmek inancımıza kalmıştır.
 
Üst