Osiris ve İsis, sakinlerine hediye ve nimetler sunmak üzere yeryüzüne indiler. İsis önce onlara buğdaydan ve arpadan nasıl yararlanacaklarını gösterdi ve Osiris de ilk tarım aletlerini yaptı. Bunları nasıl kullanacaklarını ve öküzü sabana nasıl koşacaklarımı öğretti. Sonra kanunları, evlilik kurumunu ve sivil örgütlenmeyi getirdi ve tanrılara nasıl ibadet edeceklerini öğretti. Nil Vadisini mutlu bir ülkeye dönüştürdükten sonra bir ordu toplayıp dünyanın geri kalanına nimetleini bahşetmeye gitti. Silahla değil sadece müzik ve tatlı dille bütün ulusları fethetti. Bunu gören kardeşi Seth’in içi kıskançlık ve hasetle doldu. Onun yokluğundan yararlanıp tahtı ele geçirmeye çalıştı. Ancak devletin dizginlerini elinde tutan İsis onun planlarını hüsrana uğrattı. Hıncı daha da artan Seth bu kez kardeşini öldürmeye karar verdi. Bunu da şöyle yaptı: Yetmiş iki kişiyle gizlice anlaşma yaparak, onlarla kralın dönüşü şerefine verilen ziyafete katıldı. Şölen sıra sında, önceden yaptırdığı, Osiris'in ölçülerine uygun, gösterişli bir sandık getirtti. İçine sığacak kişiye bu değerli sandığı hediye edeceğini söyledi. Geri kalan herkesin nafile çabalarından sonra Osiris sandığın içine girer girmez Seth ve yandaşları kapağını kapattıkları sandığı Nil Nehrine fırlattılar. Bu korkunç cinayeti öğrenen İsis ağladı ve yas tuttu sonra saçlarını kestirdi. Siyahlara büründü ve göğsüne vura vura bin bir gayretle kocasının bedenini aradı. Bu arayışında, Osiris ve Nephthys ile onun oğlu Anubis ona yardım etti. Bir süre boş yere arayıp durdular, çünkü dalgalarla Biblos kıyılarına vuran sandık, su kıyısında yetişen sazlıklara takılmıştı. Osiris’in bedeninde var olan ilahi kudret, oradaki otlara öyle bir güç vermişti ki sazlıklar, gövdesi tanrının tabutunu da içine alan heybetli bir ağaca dönüşmüştü. Ağaç, kutsal emanetiyle birlikte çok geçmeden kesildi ve Fenike kralının sarayına sütun olarak dikildi. Ancak sonunda Anubis ve kutsal kuşların yardımıyla, olan biteni öğrenen İsis kraliyet şehrine gitti. Saraydakilere kendini bir hizmetçi olarak tanıtıp kabul edildikten sonra sahte kılığını üzerinden atıp, şimşek ve yıldırımları olan bir tanrıça şeklinde göründü. Asasını değdirmesiyle sütun yarıldı ve içinden kutsal tabut çıktı. Tabutu alıp ülkesine döndü ve onu bir ormanın derinlerine sakladı. Ancak bunu öğrenen Seth Osiris'in bedenini on dört parçaya bölüp farklı yerlere dağıttı. İsis yorucu bir aramadan sona on üç parçayı buldu. Diğer parça ise Nil balıklarına yem olmuştu. İsis bu kayıp parçanın yerine çınar ağacından bir parça uydurdu ve eşinin bedenini Philae'ye gömdü. Sonradan burası ulusun kutsal mezarlığı oldu ve ülkenin dört bir yanından gelen din adamlarının ziyaret ettiği bir yer haline geldi. Ayrıca Tanrı Osiris'in onuruna buraya benzersiz güzellikte bir tapınak inşa edildi. Tanrının bedenine ait parçaların bulunduğu her noktaya da olayın hatırasını ölümsüzleştirmek için küçük tapınaklar ve lahitler yapıldı. Bu olayın ardından Osiris, Mısırlıların koruyucu tanrısı oldu. Ruhunun kutsal boğa Apis'in bedeninde yaşadığına ve boğa öldüğünde halefinin bedenine göç ettiğine inanılırdı.
Memphis'in boğası Apis'e Mısırlılar büyük saygıyla tapınırdı. Apis olarak ibadet edilecek hayvanı belli işaretlere göre tespit ederlerdi. Simsiyah olması, alnının ortasında kare ve sırtında da kartal şeklinde bir beyazlık bulunması ve dilinin altında bokböceği ya da böcek şeklinde bir yumru olması zorunluydu. Aramaya bir boğa bulduklarında, hayvan doğuya bir binaya yerleştirilir ve dört ay sütle beslenirdi. Bu sürenin sonunda, rahipler yeniay vakti gösterişli bir törenle boğanın barınağına gidip onu Apis olarak saygıyla selamlarlardı. Daha sonra büyük bir ihtişamla süslenen bir gemiye konur ve Nil’e, oradan da boğaya ibadet için iki şapeli ve bir avlusu bulunan bir tapınağın tahsis edildiği Memphis'e gönderilirdi. Onun için adaklar sunulur, yılda bir kez Nil’in yükselmeye başladığı zamanlarda nehre bir altın kase atılır ve boğanın doğum gününü kutlamak için görkemli bir festival düzenlenirdi. İnsanlar bu festival sırasında timsahların vahşiliklerini unutup zararsız hale geldiğine inanırdı. Ancak, hayvanın bu mutlu hayatının bir sonu da vardı. Boğanın belli bir süreden fazla yaşamasına izin verilmezdi. Yirmi beş yaşına geldiğinde eğer hâlâ yaşıyorsa, rahipler tarafından kutsal bir sarnıçta boğulur ve Serapis Tapınağına gömülürdü. Bu boğa eceliyle ya da zorla öldüğünde, bütün ülke üzüntüye ve yasa boğulur, bu durum yenisi bulunana kadar da devam ederdi.
Sonraki çağlarda olan İsis heykellerinde bir gizem simgesi olarak yüzü peçeyle örtülü gösterilir. Tennyson Maud şiirinde bu konuya değinir:
...Yaratıcının maksadı karanlık olduğu için İsis örttü yüzünü peçeyle...
Auguste Puttemans'ın bu İsis heykelin altında şu yazar.
Bu heykel bulundurduğu motiflerden ötürü bana fazlasıyla İmparator kartını anımsatıyor.
Memphis'in boğası Apis'e Mısırlılar büyük saygıyla tapınırdı. Apis olarak ibadet edilecek hayvanı belli işaretlere göre tespit ederlerdi. Simsiyah olması, alnının ortasında kare ve sırtında da kartal şeklinde bir beyazlık bulunması ve dilinin altında bokböceği ya da böcek şeklinde bir yumru olması zorunluydu. Aramaya bir boğa bulduklarında, hayvan doğuya bir binaya yerleştirilir ve dört ay sütle beslenirdi. Bu sürenin sonunda, rahipler yeniay vakti gösterişli bir törenle boğanın barınağına gidip onu Apis olarak saygıyla selamlarlardı. Daha sonra büyük bir ihtişamla süslenen bir gemiye konur ve Nil’e, oradan da boğaya ibadet için iki şapeli ve bir avlusu bulunan bir tapınağın tahsis edildiği Memphis'e gönderilirdi. Onun için adaklar sunulur, yılda bir kez Nil’in yükselmeye başladığı zamanlarda nehre bir altın kase atılır ve boğanın doğum gününü kutlamak için görkemli bir festival düzenlenirdi. İnsanlar bu festival sırasında timsahların vahşiliklerini unutup zararsız hale geldiğine inanırdı. Ancak, hayvanın bu mutlu hayatının bir sonu da vardı. Boğanın belli bir süreden fazla yaşamasına izin verilmezdi. Yirmi beş yaşına geldiğinde eğer hâlâ yaşıyorsa, rahipler tarafından kutsal bir sarnıçta boğulur ve Serapis Tapınağına gömülürdü. Bu boğa eceliyle ya da zorla öldüğünde, bütün ülke üzüntüye ve yasa boğulur, bu durum yenisi bulunana kadar da devam ederdi.
Milton, Hymn on the Nativity şiirinde, Mısır tanrılarından hayali varlıklar ya da tanrılar olarak değil, İsa'nın gelişiyle kaçan gerçek iblisler olarak söz eder:
Nil'in yabani tanrıları kadar hızlı,
Kaçtı İsis ve Horus ve köpek Anubis.
Osiris de yok görünürde
Memphis korusunda ya da yeşilliğindedir
Böğürtülerle çiğniyordur ıslanmamış çimleri;
Ya da dinleniyordur belki
Kutsal sandığında;
Ancak en derin cehennem olabilir onun kefeni.
Boş yere taşıyorlar kara cübbeli büyücüler onun sandığını.
Tefle çalınan karanlık ilahiler arasında
Sonraki çağlarda olan İsis heykellerinde bir gizem simgesi olarak yüzü peçeyle örtülü gösterilir. Tennyson Maud şiirinde bu konuya değinir:
...Yaratıcının maksadı karanlık olduğu için İsis örttü yüzünü peçeyle...
Auguste Puttemans'ın bu İsis heykelin altında şu yazar.
Je suis ce qui a ete de qui est et ce qui sera et yul mortel na encore leve le voile qui ne couvre
Ben geçmişte olmuş olan, şu anda olan ve gelecekte olacak olanım ve hiç bir ölümlü benim örtümü kaldırmadı.
Bu heykel bulundurduğu motiflerden ötürü bana fazlasıyla İmparator kartını anımsatıyor.