vasat fikirler
Üye
Canlarım merhaba. Pek fazla kullanılan metafizik terimi Aristoteles'in Metafizik adlı eseriyle kullanıma girmiştir. Bununla kastedilen, "Fizikten sonra olan" anlamıdır. Çünkü Aristoteles'in temel kitabı "Fizik" başlığı taşımaktadır ve akademisinde onu okuyup onun üzerine tartışmalar yürütür. Aristoteles için felsefe, tamamen bugün anladığımız anlamda bilim olma yolunda gitmelidir. Dışarı bakılmalı ve tabiatın kanunları keşfedilmelidir. Lakin Aristoteles'in zart diye bugünkü bilim imgesine sahip olmasını bekleyemeyiz. Aristoteles, Platon ve onunla beraber hayli yüklü birikimi olan Antik Yunan filozoflar silsilesinin sonuncusudur. Thales'i hepiniz biliyorsunuz muhtemelen. Onun problemi şuydu: "Neden böyle oluyor da başka türlü olmuyor?". Bunu her şey için soruyordu. Onun gözlemleri ve kanaatine göre de "Su", devamlı aynı tepkiyi gösterip bir o kadar da saf olabilecek yegane maddeydi. Ondan sonra bu problem düşünsel düzleme taşındı. Herakleitos diye bir herif var; O, doğaya baktığında kendisi hakkında hiçbir sabite düşünemeyeceğimiz karman çorman devamlı bir akış görüyordu. Dolayısıyla bu kadar hareketli olanlar içinde Thalesin suyu gibi arke olmaya en layık madde ateştir. Ancak Herakleitos da bir noktayı atlamıştı: Parmenides onun için dedi ki "Senin akış dediğin şey aslında tek başına idrak edilebilen bir muamma.". Yani Parmenides "Kavram" dediğimiz felsefi teknik terimin mucididir aslında. Çok güzel ama bunun içeriği yok çünkü düşündüğümüz her şey bir birlik arzediyor. Bunun içinde hareket düşüncesi de var elbette. Eğer hareketi düşünün dersem bir yerden bir yere giden nesneler düşünürsünüz lakin ona bir eylemlik atfedebilmeniz yahut onun bir düşünce nesnesi olabilmesinin yasası onun bir "Teklik" (to hen) arzediyor olmasındadır. Nihayetinde kendisi hakkında daha bütüncül bir fikre sahip olunamayacak yegane şey olarak "Bir" demekten başka bir yol yoktur. İyi güzel de o zaman doğa güme gidiyor. Çünkü her şeyi aynı yapmış oluyoruz. Acı da aynı, zevk aynı, tokluk aynı, ölüm aynı, yaşam aynı şey oluyor. Bunun ipe sapa gelir bir yanı yok. Bütün bu karmaşa Sofist dediğimiz arkadaşları ortaya çıkaracak ve nihayetinde Platonla sonlanacak bir aktiviteye dönüşecektir. Ona felsefe diyoruz bugün. Felsefe, bu bağlamda, Platon'da olabilecek en muhteşem formuna kavuşmuştur. Hani felsefe için derler ya soru sorup sorup cevaplayamamak devamlı yolda olmak falan diye. İşte Platon'a bakın anlarsınız ne demek bu.
Peki metafizik ne alaka? Buraya kadar olan kısımda filozofların derdi tamamen doğayı anlamak. Söylenenler ise şu: Bir madde var, beni etkiliyor. Onun etkilediği düşünce var, bir de onu ifade ettiğim sözcükler var. Çünkü şu an size aslında oturduğum yerden düşünceler iletiyorum. Demek ki Parmenides, Herakleitos, Platon ve diğer doğa filozofları aynı anda haklılar. İşte Aristoteles de Metafizik kitabında bundan başka hiçbir şey anlatmıyor. Bu filozoflar ne bakımdan haklı, ne bakımdan haksız, ne bakımdan geliştirilmeye muhtaç diye yazıyor. Fizikten sonra çünkü düşünülmesi gereken mesele şu: Güzel, nesneyi bıraktığımda yere gidiyor: Ancak bırakmak ve yere gitmek ne demek? Gitmek ne? Yer ne? Bunlar fiziğin konusu. Metafiziğin konusu ise, bizim bugün anladığımız anlamda cinler periler değil, tamamen Fizik'te anlatılanları idrak etmekte kullandığımız zihinsel araçlarımızın felsefesi yahut tanımlanma çabası. Metafizik kitabında çeşitli temel felsefi kavramların (töz ilinek felek karşıtlık varlık yokluk olumsallık gibi) tanımlanma çabası vardır. Bundan başka hiçbir şey yoktur. Hele cin falan hiç yoktur.
O halde nereden geliyor bizim bu metafizik denince aklımıza gelen cinli perili anlam yükü? Bunun hikayesi uzun lakin sizi 6-13. yy arası ortaçağ avrupasına götürmem gerek. Bir de insanın hikaye anlatıcı yönünü anımsatmam gerek. Çünkü insanlar bir yandan doğayı anlamaya çalışırken bir yandan da anlamlandıramadıkları fenomenler hakkında bir kalıba uydurma eğiliminde olurlar. Bütün bunları yukarıdakilerle birleştirelim. 6. YY'da Boethius adlı devasa bir kilise babası var. Daha doğrusu 5.yy ancak onu 6.yy'da tanıyorlar. Önemi ise şu: Bütün bu yukarıda anlattığım Aristoteles'i, dolayısıyla Yunan Birikimi'ni Roma'ya aktarıyor. Elbette hepsini değil, çünkü Roma'da bir bilimsel düşünce yok. Şiirsel ve dinsel düşünce var. Buna mitik düşünüş denir. Evet mitostan logosa derkenki mitos. Bu tarz düşünce, doğanın kendisine nedensellik yüklemez. Lakin, gördüklerine karşı acziyetini az önce bahsettiğim hikaye uydurma özelliğiyle birleştirir ve tanrılara kurban sunmak yahut acı dolu başka fikirlerle kefaretini ödemeye kalkar. İşte cinler periler de buradan geliyor. Eğer bilimsel düşünceniz en azından antik yunan filozofları kadar gelişmemişse olup bitene kendi zihninizle değil de sizden büyük başka bir kudretle anlamlandırmaya kalkarsınız. Eğer biraz daha ilerlerseniz kabile büyücüsü olursunuz. Bu şu demektir: Nedensellik var ancak bir kısmını biliyorum. Bu da ot çöp yakarak cinlerle iletişime girmeye sizi götürür. Günümüzde de böyle olmuyor mu? Biri ne kadar cahilse hocaya gidip "Hocam bana bir okusana" diyor. Bu şu demek: Hoca bir şey biliyor; elbette bizim metafizik teorimize göre o bilgi tanrının bilgisinin bir kısmı, muhtemelen çok büyük bir kısmı: Dolayısıyla hoca bakarsa bakar başka kimse de bakamaz o derdinize. Hatta hocamız ne kadar büyükse havada durur ışınlanabilir ve sopasını falan uçuramaz mı? Burada nedensellik var mı? Nedensellik düşüncesi olsa doktora gidilmez mi? Bu düşünce biraz daha ilerlerse cin ilminden söz edilmeye başlanır. Onlarla iletişime girme yolları vs aktarılır. İşte bunların hepsi bir anlamda metafiziktir çünkü bir bilimsel teori inşası öngörür. Lakin buradaki bilimsellik, doğa fikrinden ötürü değil, mitik düşünüşün ayakta kalamayışından ötürü filizlenmektedir. Bu da bir araya gelen toplumların gittikçe entelektüel seviyelerini yükseltme eğilimlerinden ötürüdür. O yüzden ufak kabilelerde garip yaratıklarla iletişime girmeli pagan dinleri görülürken imparatorluklarda artık iyice soyut bir zemine oturmuş ve Aristoteles'inkinden bir ölçüde pay almış tek tanrılı dinler olur. Sonra bu toplumlar filozofları çıkarır. Peki bu döngü nasıl devam eder? Sonsuza kadar böyle mi devam eder? Yoksa bu tek tanrılı din fikri, mitik düşünceden logik düşünceye taşındığında nihayetine erer mi? Yoksa kabile toplumlarında olan aslında insanın doğal olarak üretim araçlarını elinde tutma arzusudur da imparatorluktan sonra bir devrimle sınıfsız topluma geçilip öyle mi tarih sona erer? Bunlar bu yazının konusu değildir. Yalnızca Aristoteles'in insanlığın başına ne dert açtığını göstermek için yazdım. Aristoteles ve Platon, bütün insanlığın gördüğü en muhteşem iki zihindir.
Peki metafizik ne alaka? Buraya kadar olan kısımda filozofların derdi tamamen doğayı anlamak. Söylenenler ise şu: Bir madde var, beni etkiliyor. Onun etkilediği düşünce var, bir de onu ifade ettiğim sözcükler var. Çünkü şu an size aslında oturduğum yerden düşünceler iletiyorum. Demek ki Parmenides, Herakleitos, Platon ve diğer doğa filozofları aynı anda haklılar. İşte Aristoteles de Metafizik kitabında bundan başka hiçbir şey anlatmıyor. Bu filozoflar ne bakımdan haklı, ne bakımdan haksız, ne bakımdan geliştirilmeye muhtaç diye yazıyor. Fizikten sonra çünkü düşünülmesi gereken mesele şu: Güzel, nesneyi bıraktığımda yere gidiyor: Ancak bırakmak ve yere gitmek ne demek? Gitmek ne? Yer ne? Bunlar fiziğin konusu. Metafiziğin konusu ise, bizim bugün anladığımız anlamda cinler periler değil, tamamen Fizik'te anlatılanları idrak etmekte kullandığımız zihinsel araçlarımızın felsefesi yahut tanımlanma çabası. Metafizik kitabında çeşitli temel felsefi kavramların (töz ilinek felek karşıtlık varlık yokluk olumsallık gibi) tanımlanma çabası vardır. Bundan başka hiçbir şey yoktur. Hele cin falan hiç yoktur.
O halde nereden geliyor bizim bu metafizik denince aklımıza gelen cinli perili anlam yükü? Bunun hikayesi uzun lakin sizi 6-13. yy arası ortaçağ avrupasına götürmem gerek. Bir de insanın hikaye anlatıcı yönünü anımsatmam gerek. Çünkü insanlar bir yandan doğayı anlamaya çalışırken bir yandan da anlamlandıramadıkları fenomenler hakkında bir kalıba uydurma eğiliminde olurlar. Bütün bunları yukarıdakilerle birleştirelim. 6. YY'da Boethius adlı devasa bir kilise babası var. Daha doğrusu 5.yy ancak onu 6.yy'da tanıyorlar. Önemi ise şu: Bütün bu yukarıda anlattığım Aristoteles'i, dolayısıyla Yunan Birikimi'ni Roma'ya aktarıyor. Elbette hepsini değil, çünkü Roma'da bir bilimsel düşünce yok. Şiirsel ve dinsel düşünce var. Buna mitik düşünüş denir. Evet mitostan logosa derkenki mitos. Bu tarz düşünce, doğanın kendisine nedensellik yüklemez. Lakin, gördüklerine karşı acziyetini az önce bahsettiğim hikaye uydurma özelliğiyle birleştirir ve tanrılara kurban sunmak yahut acı dolu başka fikirlerle kefaretini ödemeye kalkar. İşte cinler periler de buradan geliyor. Eğer bilimsel düşünceniz en azından antik yunan filozofları kadar gelişmemişse olup bitene kendi zihninizle değil de sizden büyük başka bir kudretle anlamlandırmaya kalkarsınız. Eğer biraz daha ilerlerseniz kabile büyücüsü olursunuz. Bu şu demektir: Nedensellik var ancak bir kısmını biliyorum. Bu da ot çöp yakarak cinlerle iletişime girmeye sizi götürür. Günümüzde de böyle olmuyor mu? Biri ne kadar cahilse hocaya gidip "Hocam bana bir okusana" diyor. Bu şu demek: Hoca bir şey biliyor; elbette bizim metafizik teorimize göre o bilgi tanrının bilgisinin bir kısmı, muhtemelen çok büyük bir kısmı: Dolayısıyla hoca bakarsa bakar başka kimse de bakamaz o derdinize. Hatta hocamız ne kadar büyükse havada durur ışınlanabilir ve sopasını falan uçuramaz mı? Burada nedensellik var mı? Nedensellik düşüncesi olsa doktora gidilmez mi? Bu düşünce biraz daha ilerlerse cin ilminden söz edilmeye başlanır. Onlarla iletişime girme yolları vs aktarılır. İşte bunların hepsi bir anlamda metafiziktir çünkü bir bilimsel teori inşası öngörür. Lakin buradaki bilimsellik, doğa fikrinden ötürü değil, mitik düşünüşün ayakta kalamayışından ötürü filizlenmektedir. Bu da bir araya gelen toplumların gittikçe entelektüel seviyelerini yükseltme eğilimlerinden ötürüdür. O yüzden ufak kabilelerde garip yaratıklarla iletişime girmeli pagan dinleri görülürken imparatorluklarda artık iyice soyut bir zemine oturmuş ve Aristoteles'inkinden bir ölçüde pay almış tek tanrılı dinler olur. Sonra bu toplumlar filozofları çıkarır. Peki bu döngü nasıl devam eder? Sonsuza kadar böyle mi devam eder? Yoksa bu tek tanrılı din fikri, mitik düşünceden logik düşünceye taşındığında nihayetine erer mi? Yoksa kabile toplumlarında olan aslında insanın doğal olarak üretim araçlarını elinde tutma arzusudur da imparatorluktan sonra bir devrimle sınıfsız topluma geçilip öyle mi tarih sona erer? Bunlar bu yazının konusu değildir. Yalnızca Aristoteles'in insanlığın başına ne dert açtığını göstermek için yazdım. Aristoteles ve Platon, bütün insanlığın gördüğü en muhteşem iki zihindir.