seneca
Üye
Hepimiz felsefe kitaplarında karşılaşmışızdır bu Stoa adına, iki göz gezdirip unutulur genelde. Hatırlayan olursa da, ben görmüştüm onu ya, Antik Yunan'da sütuna diyorlardı değil mi, deyip konuyu noktalıyor. Oysa Stoa Felsefesi, gözden kaçırılmaması gereken, belki de hepimizin hayatında yer edinmesi gereken bir felsefe akımı. Bu yazıda konuyu kısa ve anlaşılabilir bir şekilde anlatmaya çalışacağım. İleride ilginiz dahilinde daha detaylı bir şekilde incelemek isterim.
Stoa, Platon'un öğrencilerinden biri olan Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuş bir felsefe okuludur. Stoacılar için hayatın tek amacı vardır, mutluluğu bulabilmek ve onun için çabalamak. Bunu başarmakta doğayla uyum içinde yaşamaktan geçer. Onlara göre, ilahi, kutsal bir yaratıcı kendisini evrenin her parçasına ayırmıştır(Panteizm). Bu yüzden evren bir bütündür, her şey birbiriyle bağlantılıdır. İnsanlar bu konuda istisnadır, çünkü yaratıcı insanlığa ek olarak akıl da vermiştir, böylelikle insan 'tanrısal varlık' kavramını da içerir. Bu insanlara seçim olanağı sunar, toplum kavramını oluşturmalarını, ve erdem anlayışının ortaya çıkmasını sağlar. Yaratıcı, her insana eşit şekilde dağıldığı için Stoacılara göre her insan eşittir, bu da o zamanın köle anlayışına karşı çıkar.
Bu felsefede karşımıza çıkan diğer en önemli unsur ise hayatı olduğu gibi kabul etmektir. Hayatta başımıza gelenler bizim seçimimiz değildir. İyi veya kötü olaylar bizim kontrolümüzde değildir, ama onlara vereceğimiz tepki öyledir. Aynı şekilde olayın bizi etkileyip etkilememesi de olaya değil bizim vereceğimiz tepkiye bağlıdır.
Stoa'nın önde giden filozoflarından Epiktetos "İnsanı üzen şey olay değil, ona yaklaşım biçimidir' der. Bu durumda başımıza gelen olayların bize zarar vermekten çok tecrübe edindirmesi sadece bize aittir.
İnsan, tabii ki başına gelebilecek bazı kötü olaylardan kendini koruyabilir. Stoa filozofları, insanın hazzın çekiciliğinden kendini korumasını en büyük örnek olarak sunar. Zevk arzusu tarafından kontrol edilmemizi yanlış görür. Bu insana kısa bir mutluluk yaşatmak dışında bir şey kazandırmaz. Onlara göre insan erdeme yönelmeli ve hayatı ona göre yaşamalıdır. İnsan erdemle mutlu olur, toplumun bir parçası olarak yaşayabilir. Erdemli olabilmek ve mutluluğa ulaşabilmek için de haz için yaşamamalısın. Haz sana gelirse de kısa bir mutluluk olduğu bilincinde olmalı, geçici bir hediye olarak görmelisin. Seneca, şöyle der; Senin de paran var, benim de. Ben yaptıklarıma ek olarak para kazandım, sen para kazanmak için yaptın. Ben bu parayı kaybedersem üzülmem, çünkü erdemi param olmadan da koruyabilir, ahlakımı sürdürebilirim. Ama sen bu parayı kaybedersen ağır bir çöküntüye girer ve aklını yitirirsin.
Ayrıca Seneca'ya göre bu zevkler için harcanan vakit sadece 'zaman' dır, yaşam değildir. Bu yüzden emeklilik hayalleriyle yanıp biten insanı sevmez. Çünkü bu insan sadece hazları için çabalamıştır ve hayatı yaşamayı başlamayı en sona bırakmıştır ve bu insan hayatın ne kadar kısa olduğunu tartışıp durur. Oysa Seneca hayatın yeterince uzun olduğunu, insanın yaşama şeklinin onu kısalttığını söyler. Ki bu da günümüzün en büyük sorunlarından biridir. Şimdi bir etrafımıza baksak, hepimiz koşuşturma içerisindeyiz. Pandemi dönemi hepimize hayatı tekrar sorgulatıp duruyor. Belki biz de bu akımdan yararlanmalı, hayatı olduğu gibi kabul etmeli, doğanın, tabiatın kendi planında üstümüze düşeni yapmalıyız. Kim bilir, belki böylece hem kendimize, hem yaşadığımız topluma, hem de doğaya yararımız dokunabilir.
Stoa, Platon'un öğrencilerinden biri olan Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuş bir felsefe okuludur. Stoacılar için hayatın tek amacı vardır, mutluluğu bulabilmek ve onun için çabalamak. Bunu başarmakta doğayla uyum içinde yaşamaktan geçer. Onlara göre, ilahi, kutsal bir yaratıcı kendisini evrenin her parçasına ayırmıştır(Panteizm). Bu yüzden evren bir bütündür, her şey birbiriyle bağlantılıdır. İnsanlar bu konuda istisnadır, çünkü yaratıcı insanlığa ek olarak akıl da vermiştir, böylelikle insan 'tanrısal varlık' kavramını da içerir. Bu insanlara seçim olanağı sunar, toplum kavramını oluşturmalarını, ve erdem anlayışının ortaya çıkmasını sağlar. Yaratıcı, her insana eşit şekilde dağıldığı için Stoacılara göre her insan eşittir, bu da o zamanın köle anlayışına karşı çıkar.
Bu felsefede karşımıza çıkan diğer en önemli unsur ise hayatı olduğu gibi kabul etmektir. Hayatta başımıza gelenler bizim seçimimiz değildir. İyi veya kötü olaylar bizim kontrolümüzde değildir, ama onlara vereceğimiz tepki öyledir. Aynı şekilde olayın bizi etkileyip etkilememesi de olaya değil bizim vereceğimiz tepkiye bağlıdır.
Stoa'nın önde giden filozoflarından Epiktetos "İnsanı üzen şey olay değil, ona yaklaşım biçimidir' der. Bu durumda başımıza gelen olayların bize zarar vermekten çok tecrübe edindirmesi sadece bize aittir.
İnsan, tabii ki başına gelebilecek bazı kötü olaylardan kendini koruyabilir. Stoa filozofları, insanın hazzın çekiciliğinden kendini korumasını en büyük örnek olarak sunar. Zevk arzusu tarafından kontrol edilmemizi yanlış görür. Bu insana kısa bir mutluluk yaşatmak dışında bir şey kazandırmaz. Onlara göre insan erdeme yönelmeli ve hayatı ona göre yaşamalıdır. İnsan erdemle mutlu olur, toplumun bir parçası olarak yaşayabilir. Erdemli olabilmek ve mutluluğa ulaşabilmek için de haz için yaşamamalısın. Haz sana gelirse de kısa bir mutluluk olduğu bilincinde olmalı, geçici bir hediye olarak görmelisin. Seneca, şöyle der; Senin de paran var, benim de. Ben yaptıklarıma ek olarak para kazandım, sen para kazanmak için yaptın. Ben bu parayı kaybedersem üzülmem, çünkü erdemi param olmadan da koruyabilir, ahlakımı sürdürebilirim. Ama sen bu parayı kaybedersen ağır bir çöküntüye girer ve aklını yitirirsin.
Ayrıca Seneca'ya göre bu zevkler için harcanan vakit sadece 'zaman' dır, yaşam değildir. Bu yüzden emeklilik hayalleriyle yanıp biten insanı sevmez. Çünkü bu insan sadece hazları için çabalamıştır ve hayatı yaşamayı başlamayı en sona bırakmıştır ve bu insan hayatın ne kadar kısa olduğunu tartışıp durur. Oysa Seneca hayatın yeterince uzun olduğunu, insanın yaşama şeklinin onu kısalttığını söyler. Ki bu da günümüzün en büyük sorunlarından biridir. Şimdi bir etrafımıza baksak, hepimiz koşuşturma içerisindeyiz. Pandemi dönemi hepimize hayatı tekrar sorgulatıp duruyor. Belki biz de bu akımdan yararlanmalı, hayatı olduğu gibi kabul etmeli, doğanın, tabiatın kendi planında üstümüze düşeni yapmalıyız. Kim bilir, belki böylece hem kendimize, hem yaşadığımız topluma, hem de doğaya yararımız dokunabilir.