Ortodoks Hristiyanlık

Gece V

𝓚𝓲𝓷𝓰 𝓸𝓯 𝓥𝓸𝓷
Yönetici
Lider
Ortodoks Hristiyanlık, Doğu Ortodoks Kilisesi ve Oryantal Ortodoksluk için kullanılan ortak adlandırma. Hristiyanlığın bu iki mezhebi de antik Hristiyan Kilisesi'nin inancı, doktrini ve uygulamalarına olan bozulmaz bağı vurgulamak için ortodoks (Yunanca'dan: orthos + doxa, anlamı doğru düşünce) kavramını kullanır. Bu iki mezhebin üyeleri kendilerine sadece "Ortodoks Hristiyan" dese de "Doğu" ve "Oryantal" sıfatları bu grupların dışındakiler tarafından bu iki grubu ayırmak için kullanılır. Bu iki grup 451 yılındaki Kalkedon Konsili'nin ortodoksisi hakkında görüş ayrılığı yaşamışlardır ve hala aralarında bir komünyon yoktur; ancak hala birçok aynı doktrine, benzer kilise yapılanmasına ve benzer ibadetlere sahiptirler. İki inancın birleşmesi için yakın zamanda birçok görüşme yapılmış, birçok konuda uzlaşı sağlanmışsa da resmi bir birlik için henüz somut adımlar atılmamıştır.

𝐃𝐨𝐠̆𝐮 𝐎𝐫𝐭𝐨𝐝𝐨𝐤𝐬𝐥𝐮𝐤​

Tarihsel gelişimi
Ortodoks geleneğinin temellendiği kültürün Kapadokyalı üç kilise babası tarafından oluşturulduğu söylenebilir. 4. yüzyıl civarında yaşayan Nissalı Gregor, Nenizili Gregor ve Aziz Basileios, Grek ve özellikle Aristoteles felsefesini Hristiyanlığa sokarak teolojik anlamda Ortodoksluğun zeminini hazırlamışlardır. Bununla birlikte Ortodoksluğun tarihsel olarak 4. yüzyıldan itibaren vuku bulan siyasi çekişmelere ve İstanbul’un yeni bir siyasal merkez olarak ortaya çıkması ile ortaya çıkmıştır denebilir. 330’da Roma İmparatorluğu başkentinin Konstantinopolis’e taşınması Roma’da yerleşik olan siyasi ve dinî otoriteleri rahatsız etti. İstanbul’un dinî yönden taşıdığı öneme dair anlatılan çeşitli hikâyeler, bu şehre Hristiyanlık açısından meşrutiyet kazandırmaya çalıştı. Örneğin Roma şehri kendisini Petrus’a dayandırırken Konstantinopolis kendisini Kefernahumlu balıkçı Andreas’a dayandırmaktaydı.

Petrus’un Roma ile ilişkisi kadar olmasa bile İstanbul’un Andreas’la ilişkisi hakkındaki kanaatler yaygın şekilde benimsendi. Roma ile İstanbul arasındaki ilk mücadele, İmparator Konstans ve II. Constantius zamanında 343’te Sardika’da (Sofya) toplanan konsilde ortaya çıktı. İmparatorluğun doğu topraklarının yöneticisi olan II. Constantius, Aryanizm eğilimlere sahipken batıda egemen olan Konstans İznik geleneğini devam ettirmekteydi. Papa Julius’un talebi üzerine toplanan konsilde Aryanizm heterodoksi olarak nitelendirildi ve doğulu yetkililerce görevinden alınması istenen Athanasius’un yerinde kalması karara bağlandı. Roma, Konstantinopolis'in tehlikeli yükselişinin önünü kesmek amacıyla kiliseyle ilgili her türlü resmî kararda tek yetkili mercinin kendisi olduğunu ilan etti. Doğulu piskoposlar ise konsil kararlarının hiçbirini tanımadılar.

381’de İmparator I. Theodosius’un topladığı ve hiçbir Romalı temsilcinin çağrılmadığı Birinci Konstantinopolis Konsili’nde Roma’dan sonra ikinci yetkili mercinin Konstantinopolis olduğu ilân edildi. Bu konsilin disiplin ve hiyerarşi konularındaki kararları Katoliklerce asla teyit edilmemiştir. Konsilin üçüncü kanonunda yer alan, “Yeni Roma olarak Konstantinopolis piskoposluğu Roma’dan sonra gelmektedir” maddesi Romalı yetkililerce şiddetle eleştirilmiştir. Bu konsilden itibaren Trakya metropolitleri üzerinde egemen olan Heraklia piskoposluğu önemini iyice kaybederek yerini Konstantinopolis’e bırakmıştır.

Daha çok İsa'nın tabiatı konusundaki tartışmaları bastırmaya yönelik olarak 451 yılında toplanan dördüncü ekümenik konsilde (Kalkedon Konsili) Konstantinopolis'in Roma ile eş imtiyazlara sahip olduğu görüşü resmen onaylandı. Kalkedon Konsili (28. kanon), Asya ve Trakya’daki bütün metropolitlerin Konstantinopolis piskoposluğunca tayin edilmesi gerektiğini öngörerek İstanbul’un hâkimiyetini pratik konularda da güçlendirdi. Gerek bu karar, gerekse Roma’nın üstünlüğünün Petrus’tan değil kilise babalarınca bahşedilen imtiyazdan geldiğini savunan konsil kanonları Katolikler’ce asla kabul görmedi. Ayrıca daima Konstantinopolis kilisesinin yetkisini kabul eden Kudüs piskoposluğu da patriklik seviyesine yükseltilerek Roma’nın doğudaki faaliyet alanı daraltılmaya çalışıldı. Kalkedon Konsili’nden itibaren imparatorların din konusundaki egemenlikleri bir hayli hız kazanmıştır. Konstantinopolis'in güçlendirilmesinde imparatorların bu arzusu gözden kaçırılmaması gereken önemli bir noktadır. İmparatorların dinî işlere müdahalelerine en önemli örneklerden ilki I. Justinianus’un tavrıdır (6. yüzyıl). Merkezî otoriteyi güçlendirmek amacıyla hazırlattığı “sivil hukuk”unda I. Justinianus, Konstantinopolis'i Roma’dan sonra ikinci sıraya koydurtmuştur.

Kırılma
Roma ve Konstantinopolis arasındaki en önemli kırılma noktası 6. yüzyılda olmuştur. 595 yılında İstanbul Patriği 4. John (the Faster), tarihte ilk defa ekümenik patrik unvanını alarak Konstantinopolis'in tek ve evrensel kilise olduğunu ileri sürmüştür. Batılı din adamları papanın bile bu unvanı kullanmaya cesaret edemediğini ileri sürerek John’u şiddetle eleştirdiler. Bu tarih iki kilise arasındaki kavganın zirveye ulaştığı bir döneme işaret eder. Mücadele 726-843 yılları arasına tekabül eden ikonoklazm döneminde de sürdü. İmparator III. Leon 8. yüzyılda, devletin merkezî otoritesini yeniden oluşturma projesinin bir parçası olarak ikonaklast hareketi başlatıldığında Sicilya, İllirya ve bazı Ege adalarının yönetimini Roma’nın elinden alıp Konstantinopolis'e devretti. III. Leon’dan sonra ikonaklastik dönemin şiddetini arttırdığı 5. Konstantin zamanında Roma’daki Patrik III. Stefan, kuzeyden gelen Lombard tehdidi karşısında Konstantinopolis'teki hükûmetten istediği yardımı alamayınca Cermen kabileleri Latin dünyasına ait bazı toprakları ele geçirdi. Roma’nın asla unutmadığı bu olay doğu coğrafyası ile irtibatın tamamen sona ermesine sebep olmuştur.

Doğu-Batı ya da Ortodoks-Katolik ayrışmasının bundan sonraki süreci Konstantinopolis'te I. Fotios’un patrik seçimiyle ilgilidir. Dönemin en önemli bilginlerinden olan I. Fotios’a ait çok sayıda eserden özellikle Myriobiblon (bin kitap) en iyi bilinenidir. 857’de İstanbul patriği olan liberal eğilimli Ignatius’un devrilerek yerine Latin kültüründen nefret eden I. Fotios’un getirilmesi Roma’nın asla hazmedemediği bir hadise oldu. Öte yandan I. Fotios’un laik kökenli olması da Roma’yı rahatsız etmiştir. İki kilise arasında diğer bir problem de 9. yüzyılın ortalarında Balkan halklarının hristiyanlaştırılması konusunda ortaya çıkmıştır. Balkan topraklarında yaşayan putperest Slav halkları arasında misyon faaliyetine girişen ilk merkez Roma olmuştur. Fakat Roma’nın üstünlük kurma amacıyla başlattığı bu faaliyetler bizzat Patrik I. Fotios’un çabaları sayesinde sonuçsuz kalmış ve Konstantinopolis patrikliği Balkanlar’ın hristiyanlaştırılması işini üstlenerek bölgedeki egemenlik yarışını kendi lehine çevirmiştir.

I. Fotios’un yol açtığı olayın bir benzeri de 11. yüzyılda iki kilisenin birbirinden ayrılmasıyla sonuçlanacak şekilde Patrik Michael Cerularius nezdinde yaşanmıştır. 1043’te Konstantinopolis patriği olan Cerularius 1053’ten itibaren Roma’ya karşı şiddetli bir kampanya başlattı. Kendine bağlı Ahrida metropolitanlarından biri olan Leo’yu da bu işte kullanan Cerularius Konstantinopolis'teki bütün Latin kiliselerini kapattı. 1054’te Patrik Cerularius ile görüşmeye gelen Kardinal Humbert ile Roma ve Konstantinopolis kiliseleri arasındaki ipler koptu. Papalığın Konstantinopolis'e yönelik tavırlarından rahatsız olan patrik kardinale randevu vermedi. Kardinal, Konstantinopolis kilisesinin farklı görüşlerinden dolayı sapkın olduğuna dair bir papalık belgesini Ayasofya’ya bırakarak Roma’ya döndü. Buna karşılık Konstantinopolis kilisesi de Roma’nın Kutsal Ruh konusundaki inancının sapkınlık içerdiğini vurgulayan karşı bir belge hazırladı ve bunu Roma’ya iletti. Bu karşılıklı restleşme ve birbirini aforoz etme iki kilise arasındaki mutlak ayrılığın ilânı oldu.

İnanç ve felsefe
Ortodoks inançları ve ibadetlerinde kutsal kitaptan (özellikle Yuhanna İncili) sonra gelen en belirleyici kaynak kilise babaları etrafında oluşan ve “en mysterion” yani “sır yoluyla” nakledilen geleneklerdir. Bunlar temel olarak kilise babalarından gelen rivayetler ve adetler olarak tanımlanabilirler. Ortodoks teolojisinin merkezinde bilgi problemi durmaktadır. Buna göre ilâhî âleme ait bilgiler bilinemez özelliğe sahiptir. Katoliklikten farklı olarak Ortodoksluk ilâhî bilginin doğası konusunda agnostiktir. Tanrısal âlemin bilgisi bilinebilir değil fakat yaşanabilir bir şeydir. Bundan dolayı teoloji hayata yönelik bir fenomendir. Ortodoks manastır hayatı ve melankolisi bu yorumdan kaynaklanır.

Teslis
Ortodoksluk fonksiyon (hypostasis) anlamında üç ayrı, cevher (ousia) anlamında bir tek varlıktan oluşan teslis doktrinini kabul eder. Buna göre Tanrı fonksiyon anlamında Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç ayrı varlıktan meydana gelmiş olsa da esas itibarıyla Baba’da bütünleşen tek varlıktır. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünün oluşturduğu birlikteliği kabul eden Katoliklikten farklı olarak Ortodoksluk Baba’ya daha öncelikli bir yer vermektedir. Katoliklikten Ortodoksluğu ayıran diğer önemli bir teolojik farklılık da Kutsal Ruh'un nereden çıktığı meselesidir. Hem Baba hem Oğul’dan çıktığına inanan Katolikliğe karşılık sadece Baba’dan çıktığına inanan Ortodoksluk böylece Baba’nın hem Oğul hem de Kutsal Ruh'a karşı üstünlüğünü vurgulamıştır. Önemli teolojik konulardan biri olan İsa’nın tabiatı konusunda Ortodoksluk diofizit görüşü kabul eder. Katoliklikte dünyaya gelerek İsa suretinde bedenlenen bizzat tanrının Oğul hypostasisi iken Ortodokslukta bedenlenen hypostasis değil fakat -çok net tanımlanmamış olsa da- Yuhanna İncili'nde bahsi geçen Logos yani Baba’nın Oğul aracılığı ile gönderdiği kelamıdır.

Meryem Ana
Ortodoksların Mesih’i mucizevi olarak doğuran Meryem ile ilgili inançları da diğer Hristiyan mezheplerine benzer. Ortodokslukta Meryem’le ilgili inançların temeli büyük oranda Bizans coğrafyasındaki Nesturiliğin Meryem konusundaki kayıtsızlığına tepki olarak gelişmiştir. Bizans teologları Meryem’in ayrıcalıklı konumunu onu Ortodoks kozmolojisiyle bütünleştirerek vurgulamaya çalışmıştır. Böylece Meryem kendisinden çıkan tanrı / İsa aracılığı ile evrenin var oluşunun sebebi haline döndürülmüştür. O, ikinci Havva olarak birincinin yaptığı kozmik hatayı düzelten ilâhî sürecin son halkasıdır. Meryem yalnızca İsa Mesîh’in değil fakat bütün insanlığın anasıdır. Ortodokslukta Meryem şefaatçi pozisyonuna kadar yükseltilmiş olmakla birlikte Katolik kilisesinin 1854’te kabul ettiği, Meryem’in annesi Aziz Anne’den doğuşundan itibaren aslî günahtan muaf olduğu doktrini şiddetle reddedilir. Bununla birlikte Meryem “lekesiz” ve “tamamen mübarek”tir. Ölümünden sonra oğluyla birlikte semavat âlemine alınmıştır. İkonları aracılığı ile Meryem inananlarına pek çok mucize sunmaktadır.

K/WPDЯ​
 

5.45x

Editör
𝐈̇𝐛𝐚𝐝𝐞𝐭 𝐯𝐞 𝐑𝐢𝐭𝐮̈𝐞𝐥𝐥𝐞𝐫
İkon
Ortodoksluğu diğer Hristiyan mezheplerinden ayıran en bâriz farklılık ikonlar konusudur. Kiliselerde ve evlerde çeşitli kişilerin resim ve kabartmalarını ifade eden ikonlar, yapılışından kullanılışına kadar önemli dinsel süreçleri içeren tapınma ve ritüel nesnesidir. Temel ibadet ikonu daha çok kurtarıcı misyonu dolayısıyla İsâ ile ilgili sahneleri içerenlerdir. İkon ibadeti sahnelerdeki figürler üzerine yoğunlaşma, onlarla aynîleşme (mistik birleşme) ve arzu edilen dileklerin ikonlardaki figürler aracılığıyla elde edilmeye çalışılması şeklinde üç aşamalıdır. Bu ritüel kilisede belirli mekânlarda bulunan ikonlar önünde yapılabildiği gibi evlerdeki ikonlar huzurunda da icra edilebilir. Basitçe ikonlar, müminlerin hem Tanrı ile mistik birleşmesine imkân tanır, hem de âdeta taleplerin yerine getirilmesinde aracı rolü üstlenir. Bu açıdan bakıldığında ikonun hem psikolojik hem teolojik yapısal katmanlardan oluştuğu görülecektir. Sanat ya da mimariyle olan ilişkisi de şüphesiz göz ardı edilmemesi gereken bir diğer özelliğidir. VIII. yüzyıldan başlayarak ikon kült merkezlerinin siyasi otoriteyi sarsmasını önlemek için devletçe yönetilen ikon karşıtı önlemler yürürlüğe konmuşsa da halk arasında son derece popüler olmuş ikon severlik (ikonafilizm), günümüze kadar varlığını korumuştur.

Manastır yaşamı
Ortodoksluktaki en klasik kurumlardan olan manastır (laura) hayatı muhtemelen Suriye aracılığıyla 4. yüzyıl civarında Mısır’dan Anadolu’ya gelmiş, Kapadokyalı babalardan Aziz Basileios tarafından Bizans kültürü çerçevesinde yeniden yapılandırılmıştır. Katoliklikteki manastır hayatı entelektüel bir boyut taşırken Ortodoks manastırları daha çok inziva ve atâlet yerleri haline dönmüştür. Geleneksel kurallara göre manastıra girmek isteyen aday üç yıl boyunca sivil bir statüde keşişlik hayatına giriş yapar. Bu dönemin başarıyla tamamlanışının ardından aday sembolik birtakım giysileri alarak manastıra kabul edilir. İki yıl kadar sonra bekarlık, bağlılık ve iman yemini edilerek keşişlik unvanı kazanılır. Manastır hayatı oldukça katı kurallara bağlanmıştır. Modern zamanlarda Ortodoks manastır hayatına en iyi örnek şüphesiz Yunanistan Aynoroz’daki Athos Manastırı’dır. 10. yüzyılda Trabzon doğumlu Athanasius adlı bir keşişin kurduğu manastır bugün İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhânesi’nin idaresi altındadır. 20. yüzyılın başında 7500 civarında keşişin bulunduğu Athos’ta günümüzde 2000 kadar keşiş yaşamaktadır. Ortodokslukta kadınlara mahsus manastırlar da mevcuttur.

Ortodoks kültür ve günümüz
Ortodoksluk diğer Hristiyan mezhepleriyle karşılaştırıldığında ortaya çıktığı ve geliştiği coğrafyalardaki tarihi şartların getirdiği konjonktüre paralel olarak âtıl, mistik ve melankolik bir kültür doğurmuştur. Daima devletin siyasal denetim rolünü üstlenen Bizans Ortodoksluğu’ndan beri Ortodoksluğun kaderini politik unsurların belirlediği söylenebilir. Ortodoksluk 17. yüzyıldan başlayarak Protestanlar ile yakın temas içinde bulunmuştur. Bununla birlikte çoğunlukla Lutherci, Kalvinci veya Anglikan çevrelerden gelen ilişki talepleri, 19. yüzyıl Ortodoksları’nca kendi aleyhlerine yöneltilmiş misyonerlik çerçevesinde algılanmış ve bu tarihten itibaren ilişkiler bütünüyle kesilmiştir. Öte yandan Ukrayna’da ve Rusya’da bulunan az sayıdaki Katolik cemaatlerin durumuyla ilgili Vatikan’ın Ruslar’a yaptığı baskı da iki mezhebin arasını sürekli açmaktadır. 2002’de Papa John Paul’ün Rus topraklarında Katolik diyakozluk bölgesi yaratma teşebbüsü Rus Ortodoksları’nca şiddetle eleştirilmiştir. Bununla birlikte İstanbul Ortodoks Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddiaları dolayısıyla diğer Hristiyan gruplarla son derece sıkı ilişkileri mevcuttur.
 
Üst