Osiris ve Horus'un hikâyeleri onları Seth'le karşı karşıya getiren bir türlü sonu gelmeyecek gibi görünen rekabeti konu alır. Çok sayıda mitolojik eserde bulunan bu tema, ikisi de 19. Hanedanlık Döneminden kalan Gerçek ve Yalan ile İki Kardeşin Hikâyesi metinlerine de ilham olmuştur. İlki ikincisinden biraz daha eskidir, ikincisi ise bize tam olarak ulaşan nadir metinlerden biridir.
Girişi kayıp olan Gerçek ve Yalan'ın hikayesi üç kahramanı nedeniyle mitlere yakındır; Bir abi kardeşi tarafından öldürülür ve sonunda neredeyse tanrısal güzellikteki oğlu tarafından intikamı alınır. Bu hikaye dini metinler ile halk öyküleri arasında köprü oluşturur. İlkinden biraz daha uzun olan İki Kardeşin Hikayesi daha karmaşık bir yapıya sahiptir ve iki farklı öykünün birleşimi olması olasıdır. Bu metinde kardeşler Anup ve Bata arasındaki rekabet anlatılır. Bata kendi eşi ve kardeşinin eşinin entrikalarına kurban gider.
Gerçek ve Yalan
Kimse böyle bir kılıç görmemişti. Ucu bir dağ gibi göğe uzanıyordu. Kabzası bir orman kadar genişti, kını ise bir tanrının mezarıydı. Onu taşıyacak kemeri üretmek için bir köyün bütün hayvanların derisini yüzmek gerekmişti. Horus tarafından annesinin kafasınu kesmek için kullanılan bıçaktan beri kimse bu boyutlarda bir kılıç görmemişti. Yalanın kardeşi Gerçeğe verdiğini ama geri alamadığını iddia ettiği silah işte böyle bir silahtı. Gerçeğin herkesin kolayca bulamadığı böyle bir silahı nereye sakladığını bilmek zordu. Yine de Yalanın adalet talep ettiği Ennead -Heliopolis dokuzlusu; Osiris, İsis, Seth, Nephthys, Atum, Shu, Tefnut, Geb, Nut- Yalana hak verdi. Bununla birlikte Yalanın istediği ceza yerine getirildi. Gerçek kör edildi ve kardeşi için kapıcı olarak çalışmasına karar verildi.
Yine de bu, Yalana yetmedi. Bu olağanüstü silahın kimde olduğunu bilmiyordu. Her gün kardeşini lapısında görmeye tahammülü yoktu. Bu yüzden iki hizmetkarına, "Onu alın, çöle götürüp aslanlara ve diğer yırtıcı hayvanlara yem edin." diye emretti. Hizmetkarlar bunun üzerine Gerçeği yakaladılar ama o "Beni götürün ama aslanlara benim yerime başka birini yem edin." dedi.
Hizmetkarlar Yalanın evine geri döndüklerinde ona "Bir aslan mağarasından çıktı ve kardeşini yedi." dediler.
Hizmetkarlar Gerçeği yattığı çukurda bırakmışlardı. Orada güzel ve zengin bir hanımın hizmetlileri Gerçeği buldu. Onun o kadar yakışıklı olduğunu düşündüler ki hemen hanımlarını gidip hanımlarına haber verdiler. Hanımları da onlarla geldi ve adamın kör olduğunu fark etti. Yine de vücudunun güzelliğiyle birlikte öyle güçlü bir arzu onu ele geçirdi ki bu arzu içten içe onu kemirmeye başladı. "Alın onu," diye emretti "ve evime gelmesine yardım edin. Onun kapıcım olmasını istiyorum." Bu olayın gecesi, evdekilerin hepsi uyurken evin hanımı Gerçeğin yanına gitti. Birbirlerine arzu ile bakan bir kadın ile bir erkeğin tanıyacağı gibi birbirlerini tanıdılar.
Dokuz ay sonra kadın dünyaya kendi yaşındaki tüm çocuklardan çok daha güzel, daha iri, daha güçlü ve daha zeki bir olan çocuğu getirdi. Her şeyde başarılı oluyordu. Sanki genç bir tanrıydı. Onu kıskanan diğer oğlanlar babası olmadığı için onunla dalga geçiyor, onu yaralıyor ve ona işkence ediyorlardı. Bir gün bunlardan bunalan oğlan annesine, "Babam kim?" diye sordu.
Kadın kapıdaki körü göstererek, "İşte baban." dedi. Oğlan şaşırarak, "Babam burada, bu şartlarda mı yaşıyor? Babama böyle davrandığın için seni ve aileni parçalara ayırıp yiyecek bir timsah getirsem yeridir." dedi.
Babasını bulup onu eve soktu ve bir iskemleye oturttu. Onu yiyip içirdi ve "Babam olduğunu biliyorum. Neden kör olduğunu öğrenmek istiyorum." dedi.
Babası ona "Beni kardeşim kör etti." dedi ve ona var olmadığı için kimsenin görmediği olağanüstü büyüklükteki silahın hikâyesini anlattı. Oğlan babasına, "Senin öcünü alacağım." dedi. Bir çift sandalet, matara, bıçak, sopa ve on ekmek alarak oradan ayrıldı.
İşe bir boğa aramakla başladı. Dikkat çekici bir boğa bulana kadar aradı da aradı.Sonunda isteği gibi bir boğa bulmuştu. Kimse o güne kadar o kadar güzel bir boğa görmemişti.
Oğlan sonra boğa sürüsünün başında duran Yalanın çobanını bulmaya gitti. Ona ekmekleri, matarayı, bıçağı ve sandaletleri verdi. Karşılığında boğasını alarak Yalanınkilerle birlikte otlatmasını istedi.
Birkaç gün sonra Yalan sürüsüne bakmaya gitti. Yeni boğayı gördüğünde sürüye onun ait olmadığını anladı; ama o kadar güzeldi ki açgözlülük onu ele geçirdi. Çobana "Bana o boğayı getir onu yemek istiyorum." dedi. Çoban ona "Onu veremem, o başkasına ait." diye cevap verince "Ona benim boğalarımdan birini verirsin. Dediğimi yap" dedi. Yalan boğayı aldı. Oğlan geri döndüğünde boğasının nerede olduğunu sondu "Efendim onu aldı ama istediğin boğayı alabilirsin." dedi çoban.
Oğlan, çobanın eşliğinde Ennead'a gitti; Ennead de Yalanı çağırdı. Oğlan Yalanı boğasını çalmakla suçladı, hem de o ne boğaydı: "Yatak olarak ancak Nil ona yeter; Kuyruğunun ucu deltanın bataklıklarında yatarken başı kaynağa doğru olur, bir boynuzu doğu bir boynuzu batı dağlarına değer ve her gün altmış buzağının doğumuna neden olur." Tanrılar "Oğlum, kimse daha önce böyle bir boğa görme miştir." diye ona güldü.
"Öyle mi?" diye cevap verdi oğlan, "O zaman size şunu söyleyeyim: 'Ucu bir dağ gibi uzanıyordu, kabzası bir orman kadar genişti, kını bir tanrının mezarıydı ve onu taşıyacak kemeri üretmek için bir köydeki bütün hayvanların derisini yüzmek gerekmişti.' Böyle bir silah olduğuna inanıyor musunuz peki? Şimdi size diyorum ki: Yalan ve Gerçek arasındaki hükmü verin. Çünkü ben, sizin vahşice cezalandırdığınız Gerçeğin oğluyum ve onun öcünü almaya geldim."
Yalan, Gerçeğiin öldüğünü düşünüyordu çünkü hizmetkarları onu bir aslanın yediğini gördüklerini söylemişlerdi. Yalan "Kardeşimi bulun ve bana getirin. Sonra beni kör edip onun kapıcısı yapabilirsiniz." diye emretti. Oğlan babasını tanrıların huzuruna getirdi. Yalanın onlara yalan söylediğini gören tanrılar onu kör edilmeye ve dövülmeye mahkûm etti.
İşte Gerçeğin oğlu babasının öcünü böyle aldı.
İki Kardeşin Hikâyesi
Çapa zamanı gelmişti. Nil çekilmiş, ardında siyah ve nemli bir toprak bırakmıştı. Anup ve kardeşi Bata, içlerinde neşenin yükseldiğini hissediyordu. "Bak," dedi Anup kardeşine, "su çekiliyor, toprak ekilmeye hazır. Hayvanları hazırla çünkü yarın toprağı ekmeye başlayacağız." Ekin ekme zamanı gelmişti. Doğurganlığın vaktiydi ve topraktan yükselen enerjini kendini hissettiriyordu.
Bata sadakatle abisi Anup'a hizmet ediyordu ve onu oğlu gibi büyüten Anup'un karısı ona her çeşit işi yaptırırken hiç çekinmiyordu. Bata da bunları hiçbir zaman reddetmiyordu; Toprağı sürüyor, hasat yapıyor, hayvanları hazırlıyor, aletleri tamir ediyor ve sürüleri otlatıyordu. Bölgedeki kimsenin böyle bir çalışanı yoktu. Anup'un eşi, Bata'yı mutfak işlerinde, odun ve süt bulmakta kullanmaktan da çekinmiyordu. Bu ekin mevsiminde genç adamı daha yakından inceleyip gücüne hayran kaldı. O artık bir çocuk değildi; Enerjik, güçlü ve dengeli gövdeli bir genç adamdı. Yanında olmadığında ve tarlada çalışmaya gittiğinde bile görüntüsünü aklından çıkaramıyordu.
Bata her gün sabanı çeken hayvanların arkasındaki saban izini takip ediyor, her akşam abisiyle karısı için bitki, odun ve süt tedarik etmekten sorumlu olarak eve gidiyordu. Yemek yedikten sonra uyumak için ahıra gidiyordu. Hayvanların arasında uyuyordu. Ona iyi geliyorlardı çünkü hayvanlarla birlikteyken yumuşak başlı oluyordu. Onları otlatmaya götürdüğünde hayvanlar, "Öğüdümüze uy, bizi söylediğimiz yere götür çünkü orada otlar güzel." diyordu. Bata da onları istedikleri yere götürüyordu. Hayvanlar güzelleşiyor ve bölgenin en dayanıklı buzağılarını doğuruyorlardı. Ekinlerin durumu iki adamı da tatmin ediyordu. Genelde dışarıda oluyorlardı. Sabah Bata tarafından hazırlanan ekmeği alıp evden çıkıp akşam eve yemek yemeye ve uyumaya dönüyorlardı. Tarlada oldukları bir gün tohumların eksik olduğunu gördüler. Anup, Bata'ya "Köye dönüp karımdan tohum iste Bata." dedi. Eve girdiğinde abisinin karısının saçlarını yapmakta olduğunu gördü. Ona, "Bana tohun lazım. Onları alıp çabuk Anup'un beni beklediği tarlaya dönmeliyim.""Tohum ambarını aç o zama ." dedi ona abisinin karısı. "Gerekli olanı kendin al, çünkü ben saçımı bitirmeliyim."
"Omuzlarının üstüne ne kadar yük bindireceksin?" diye sordu abisinin karısı ambardan geri geldikten sonra. "Beş torba; üç buğday, iki de arpa."
"Ne kadar da güçlüsün. Artık gerçek bir erkek olmuşsun."
Kadın, Bata'nın elini tutup ona yaklaştı. "Gel biraz tatlım. Seni tanımak istiyorum, sen de bundan pişman olmazsın. Sana güzel giyecekler veririm." dedi.
Kadın ona sarılmaya çalıştı ama Bata onu şiddetle reddetti. Öfke Bata'yı öylesine ele geçirmişti ki kadın karşısında bir leopar olduğunu düşünüp genç adamın zorla kontrol altında tuttuğ öfkenin boyutundan ürkerek geri çekildi.
"Nasıl yani? Sen beni bir anne gibi büyüttün, kocan benim babam sayılır ve böyle utanmazlıklara mı kendini kaptırdın? Bana bir daha asla böyle bir şey teklif etme. Bu söylediklerini başka kimseye söylemeyeceğim."
Tahıl torbalarını alıp tarlaya döndü ve tek kelime etmeden enerjik bir şekilde çalışmaya koyuldu.
Akşam eve ilk dönen Anup oldu. Karısını gölgelere dalmış buldu. İçeri girdi ama karısı her zamanki gibi ellerine su dökmek için onu beklemiyordu. Kusup yatıyordu.
"Ne oldu?" diye sordu Anup. "Kardeşin tohum aramaya geldiğinde beni bir erkeğin tanıyacağı gibi tanımak istedi. Ona, 'Ben senin için bir anne değil miyim, ağabeyin bir baba gibi değil mi?' dedim. Sonra hiçbir şey dememem için beni dövdü ve gitti. Eğer o yaşarsa ben ölmek zorundayım çünkü onu görmeye dayanamam." Büyük bir öfkeye kapılma ve bir leopar gibi davranma sırası Anup'taydı. Bata'yı öldürmeye karar verdi. Yayını alıp ahır kapısının arkasında saklanarak kardeşini bekledi.
Bata her zamanki gibi elleri kolları dolu bir şekilde hayvanların ortasından yürüyerek ahıra geldi. İlk inek ahıra girdiğinde, "Dikkat et, ağabeyin burada, seni öldürmek için bekliyor." dedi. İçeri giren ikinci inek de aynı şeyi söyledi. Bata daha dikkatli bakınca kapının altından ağabeyinin ayaklarını gördü. Elindekileri bırakarak kaçtı, peşinden de yayına ok süren Anup geliyordu. Bata, Ra'ya, "Gerçek olanlar ile suçluları gören sen bana yardım et!" dedi.
Ra onun bu duasını duydu ve birden Anup ile Bata arasına içinde çok sayıda timsah olduğunun tahmin edilebildiği geniş bir nehir koydu. Ağabeyi kızgınlıkla durdu. Bata diğer kıyıdan ona "Neden beni öldürmeye geldin? Benim için her zaman bir ağabey ve baba olduğunu ve eşinin benim annem olduğunu bil. Ama bugün, tohumları almak için eve döndüğümde beni yatağına girmeye razı etmeye çalıştı. Ve sen bunun için beni mi öldürmeye çalışıyorsun?" dedi. Bata bir kamış aldı, bir kolunu kesti ve suya attı, suyun içindeki obur mersin balığı da onu yedi. Genç adam orada zayıf düşmüş ve mutsuz bir halde kaldı. Karşısında ondan içinde timsahların yüzdüğü suyla ayrılan Anup, ağlıyordu. "Ağlıyorsun," dedi sonunda Bata "ama senin için yaptığım tüm iyilikleri unutarak beni öldürmeye hazırdın. Artık evine gelmeyeceğim, Fıstık Çamı Vadisine gideceğim. Orada kesilecek bir çam ağacının tepesine yerleştirdiğim kalbimi bulmakta bana yardıma geleceksin. Onu bulup yeniden yaşamaya başlayabilmem için taze suya koyacaksın. İntikamımı alman gerekiyor. Ne zaman yardıma ihtiyacım olduğunu şu şekilde bileceksin: sana testiden taşan bir bulanık bira ikram edilecek. Ama şimdi git be evine geri dön."
Bata uzaklaşırken Anup evine geri döndü. Karısını öldürdi ve cesedini köpeklere attı. Sonra oturup küçük kardeşinin yokluğuna ağladı.
Bata, Fıstık Çamı Vadisine ulaştı ve kalbini ağacın en tepesine koydu. Böylece ağaç kesilmediği sürece ne yırtıcı hayvanlardan ne de düşmanlardan korkması gerekecekti. Akşam olunca avlandıktan sonra çamın altında uyudu. Gündüzleri krallara layık olacak kadar güzel olmasını istediği bir ev kurdu. Bir gün evin önünde dururken ülkenin işleriyle meşgul Ennead'in geçtiği gördü. Tanrılar onu gördüklerinde, "Şunu bil ki Bata abin karısını öldürdü. İntikamın alındı." dediler. Ama Ra, Bata'nın yalnız kalmasını istemiyordu. Ağabeyinin karısını reddettiği için ödül olarak Ra, Khnum'dan ona bir eş yapmasını rica etti. Khnum da Bata için bir eş yarattı: O, ilahi güzelliğe sahipti ve ülkenin en güzel kadınıydı. Çünkü onu tüm tanrılar yaratmış gibiydi. Yedi Hathor bir anlamda da tanrıların kızı olan bu kadını gördüklerinde hep bir ağızdan, "Ölümü kılıçla olacak." diye kehanet verdiler.
Bata bu kehaneti duymadı. Eşi fiziksel olarak tüm firavunların gözdelerinden daha güzeldi, onun tanrıların tohumunu taşırmasında şaşılacak bir yan yoktu. Bata'nın gözü ondan başkasını görmüyordu, çılgınca âşık olmuştu, onu delicesine istiyordu. Ona vadinin çam ağacının en üstüne kalbini yerdeştirdiğini anlattı.
Bata gündüzleri ava gitmek için evden ayrıldığında kadın evde kalıyordu çünkü eşi, Deniz Tanrısının onu arzulamasından korkuyordu. Ne var ki bir gün genç kadın evden çıkmaya cesaret etti. Deniz Tanrısı onu gördü ve onu yakalamak için üzerine uzun dalgalar yolladı. Korkan kadın oradan kaçtı. Deniz Tanrısının isteğiyle çam ağacı kadının evine kaçmasına engel olmaya çalıştı. Başarılı olamadı ama kadının saçından bir tutam aldı ve onu tanrıya verdi. Tanrı onu firavunun kölelerinin yıkadıkları kıyafetlerin arasına, suya koydu. Saç tutamından yayılan ilahi koku kıyafetlere yayıldı ve firavun bu karşı konulamaz kokunun kaynağını öğrenmek istedi. Sonunda firavuna hala suda olan saç tutamını getirdiler. Firavun sarayındaki en bilge adamlara danıştı ve, "Bu saç tutamı tanrıların kızlarından birine ait." cevabını aldı.
Firavun krallığın dört bir yanına ulaklar yolladı. Çam Fıstığı Vadisi'ne yollananlar ise Bata tarafından öldürüldü; firavun bunun üzerine at arabalarıyla bir ordu yolladı ve yanlarına saçlarının kokusunu aldığından beri şiddetle arzuladığı kadına eşlik etmesi için bir kadın verdi.
Adamlar Bata'nın eşiyle geri döndüler. Akla gelebilecek en güzel mücevherler güzelliğini taçlandırdı. Kadın firavunun gözdesi haline geldi.
Bata'nın eşi firavunun saray hayatını sevdi. Kendini kaçıran adama Bata'nın kalbiyle ilgili olan hikâyeyi anlattı. Bunun üzerine kral adamlarını çamı kesmeye yolladı. Ağaç kesildi, kalp yere düştü ve Bata yere yığıldı: Ölmüştü.
Anup bir akşam tüm gün çalıştıktan sonra ellerini yıkarken biri ona testiden taşan bir bira getirdi. Anup bir testi şarap aldı ama onun bulandığını gördü. Bunun üzerine gitme zamanının geldiğini anladı. Sopasını aldı, sandaletlerini giydi ve kıyafetleri ile silahlarını topladı.
Fıstık Çamı Vadisine vardığında kardeşinin evini buldu. Kardeşi içeride yatıyordu. Anup ağladı, sonra da kalbi aramaya başladı. Dört sene boyunca başarısız bir şekilde aramaya devam etti ve hiçbir zaman kalbi bulamayacağını düşündü. Evine dönerken bir tohumu fark etti. Onu taze suya koyup bekledi. Kalp su çekti ve büyümeye başladı. Anup Bata'nın yavaş yavaş bacaklarının titreyip hareket etmeye başladığını gördüğünde kalbi hala suyun içindeydi. Anup su kabını alıp Bata'ya verdi. Bata kalbi içti ve kalp her zamanki yerine gitti. Bata iyileşince iki kardeş sarıldılar.
Bata "Büyük ve daha önce kimsenin görmediği kadar güzel bir boğaya dönüşeceğim. Sırtıma bineceksin ve beraber saraya gideceğiz. Karımın öcünü almak istiyorum. Beni firavuna sunacaksın o da karşılığında sana hediyeler verecek. Böylece köyüne geri dönebilirsin ve hiçbir eksiğin kalmaz." dedi.
Bata bunları dedikten sonra bir boğaya dönüştü ve iki kardeş çok geçmeden firavunun sarayına vardı. Bata'nın öngördüğü gibi kralın, abisine verecek bir sürü altını, gümüşü ve hizmetkarları vardı. Bata'ya kutsal bir hayvan gibi davranıldı ve bu da ona sarayın her yerine özgürce girme imkânı verdi.
Bata bir gün eski eşi olan firavunun gözdesini bulmaya gittiK. ulağına "Bak, hâlâ hayattayım." dedi. Kadın korktu. Firavuna, "O boğanın ciğerini yemek istiyorum." dedi. Firavun üzüldü çünkü boğayı çok seviyordu ama gözdesine karşı gelmek de istemiyordu. O da kasabı çağırdı. Adandıktan sonra hayvanın boğazı kesildi. İki kan damlası sarayın kapısının pervazına, her biri bir köşeye olmak üzere sıçradı. Ertesi gün orada iki büyüleyici persea Ağacı çıktı. Bu mucize firavunun kalbini mutlulukla doldurdu. Öte yandan bir gün firavunun gözdesi ağaçlardan birinin altında otururken Bata "Bak bana, beni öldürmek istedin ama ban bir boğaya dönüştüm, beni yine öldürmeye çalıştın, ben de bu iki ağaç haline geldim." diye fısıldadı. Kadın korktu. Bir süre sonra firavuna içecek bir şeyler verirken ona "Persea ağacının odunundan güzel mobilyalar istiyorum" dedi. Firavun işçileri çağırdı ve iki ağaç, gözdesinin önünde kesildi. Bir tahta parçası kadının ağzına girdi ve kadın onu yuttu. Hamile kalmıştı; Tahta parçası bir çocuğa, dünyaya getirdiği bir erkek çocuğuna dönüştü. Firavun çok mutluydu. Tüm ülke onun mutluluğunu paylaşıyordu. Veliaht prens büyüdü ve firavun öldüğünde tahta geçti.
Yeni firavun ülkenin tüm bilgelerini bir araya getirdi. Onlara olanları anlattı ve bilgeler Bata'yı -çünkü yeni firavun oydu- ve eski karısını yargıladı. Kadın suçlu bulundu ve ölüme mahküm edildi.
Bata abisi Anup'u yanına çağırdı ve onu veliaht prens yaptı. O öldüğünde tahta abisi geçti.
çevrilip derlenmiştir
Girişi kayıp olan Gerçek ve Yalan'ın hikayesi üç kahramanı nedeniyle mitlere yakındır; Bir abi kardeşi tarafından öldürülür ve sonunda neredeyse tanrısal güzellikteki oğlu tarafından intikamı alınır. Bu hikaye dini metinler ile halk öyküleri arasında köprü oluşturur. İlkinden biraz daha uzun olan İki Kardeşin Hikayesi daha karmaşık bir yapıya sahiptir ve iki farklı öykünün birleşimi olması olasıdır. Bu metinde kardeşler Anup ve Bata arasındaki rekabet anlatılır. Bata kendi eşi ve kardeşinin eşinin entrikalarına kurban gider.
Gerçek ve Yalan
Kimse böyle bir kılıç görmemişti. Ucu bir dağ gibi göğe uzanıyordu. Kabzası bir orman kadar genişti, kını ise bir tanrının mezarıydı. Onu taşıyacak kemeri üretmek için bir köyün bütün hayvanların derisini yüzmek gerekmişti. Horus tarafından annesinin kafasınu kesmek için kullanılan bıçaktan beri kimse bu boyutlarda bir kılıç görmemişti. Yalanın kardeşi Gerçeğe verdiğini ama geri alamadığını iddia ettiği silah işte böyle bir silahtı. Gerçeğin herkesin kolayca bulamadığı böyle bir silahı nereye sakladığını bilmek zordu. Yine de Yalanın adalet talep ettiği Ennead -Heliopolis dokuzlusu; Osiris, İsis, Seth, Nephthys, Atum, Shu, Tefnut, Geb, Nut- Yalana hak verdi. Bununla birlikte Yalanın istediği ceza yerine getirildi. Gerçek kör edildi ve kardeşi için kapıcı olarak çalışmasına karar verildi.
Yine de bu, Yalana yetmedi. Bu olağanüstü silahın kimde olduğunu bilmiyordu. Her gün kardeşini lapısında görmeye tahammülü yoktu. Bu yüzden iki hizmetkarına, "Onu alın, çöle götürüp aslanlara ve diğer yırtıcı hayvanlara yem edin." diye emretti. Hizmetkarlar bunun üzerine Gerçeği yakaladılar ama o "Beni götürün ama aslanlara benim yerime başka birini yem edin." dedi.
Hizmetkarlar Yalanın evine geri döndüklerinde ona "Bir aslan mağarasından çıktı ve kardeşini yedi." dediler.
Hizmetkarlar Gerçeği yattığı çukurda bırakmışlardı. Orada güzel ve zengin bir hanımın hizmetlileri Gerçeği buldu. Onun o kadar yakışıklı olduğunu düşündüler ki hemen hanımlarını gidip hanımlarına haber verdiler. Hanımları da onlarla geldi ve adamın kör olduğunu fark etti. Yine de vücudunun güzelliğiyle birlikte öyle güçlü bir arzu onu ele geçirdi ki bu arzu içten içe onu kemirmeye başladı. "Alın onu," diye emretti "ve evime gelmesine yardım edin. Onun kapıcım olmasını istiyorum." Bu olayın gecesi, evdekilerin hepsi uyurken evin hanımı Gerçeğin yanına gitti. Birbirlerine arzu ile bakan bir kadın ile bir erkeğin tanıyacağı gibi birbirlerini tanıdılar.
Dokuz ay sonra kadın dünyaya kendi yaşındaki tüm çocuklardan çok daha güzel, daha iri, daha güçlü ve daha zeki bir olan çocuğu getirdi. Her şeyde başarılı oluyordu. Sanki genç bir tanrıydı. Onu kıskanan diğer oğlanlar babası olmadığı için onunla dalga geçiyor, onu yaralıyor ve ona işkence ediyorlardı. Bir gün bunlardan bunalan oğlan annesine, "Babam kim?" diye sordu.
Kadın kapıdaki körü göstererek, "İşte baban." dedi. Oğlan şaşırarak, "Babam burada, bu şartlarda mı yaşıyor? Babama böyle davrandığın için seni ve aileni parçalara ayırıp yiyecek bir timsah getirsem yeridir." dedi.
Babasını bulup onu eve soktu ve bir iskemleye oturttu. Onu yiyip içirdi ve "Babam olduğunu biliyorum. Neden kör olduğunu öğrenmek istiyorum." dedi.
Babası ona "Beni kardeşim kör etti." dedi ve ona var olmadığı için kimsenin görmediği olağanüstü büyüklükteki silahın hikâyesini anlattı. Oğlan babasına, "Senin öcünü alacağım." dedi. Bir çift sandalet, matara, bıçak, sopa ve on ekmek alarak oradan ayrıldı.
İşe bir boğa aramakla başladı. Dikkat çekici bir boğa bulana kadar aradı da aradı.Sonunda isteği gibi bir boğa bulmuştu. Kimse o güne kadar o kadar güzel bir boğa görmemişti.
Oğlan sonra boğa sürüsünün başında duran Yalanın çobanını bulmaya gitti. Ona ekmekleri, matarayı, bıçağı ve sandaletleri verdi. Karşılığında boğasını alarak Yalanınkilerle birlikte otlatmasını istedi.
Birkaç gün sonra Yalan sürüsüne bakmaya gitti. Yeni boğayı gördüğünde sürüye onun ait olmadığını anladı; ama o kadar güzeldi ki açgözlülük onu ele geçirdi. Çobana "Bana o boğayı getir onu yemek istiyorum." dedi. Çoban ona "Onu veremem, o başkasına ait." diye cevap verince "Ona benim boğalarımdan birini verirsin. Dediğimi yap" dedi. Yalan boğayı aldı. Oğlan geri döndüğünde boğasının nerede olduğunu sondu "Efendim onu aldı ama istediğin boğayı alabilirsin." dedi çoban.
Oğlan, çobanın eşliğinde Ennead'a gitti; Ennead de Yalanı çağırdı. Oğlan Yalanı boğasını çalmakla suçladı, hem de o ne boğaydı: "Yatak olarak ancak Nil ona yeter; Kuyruğunun ucu deltanın bataklıklarında yatarken başı kaynağa doğru olur, bir boynuzu doğu bir boynuzu batı dağlarına değer ve her gün altmış buzağının doğumuna neden olur." Tanrılar "Oğlum, kimse daha önce böyle bir boğa görme miştir." diye ona güldü.
"Öyle mi?" diye cevap verdi oğlan, "O zaman size şunu söyleyeyim: 'Ucu bir dağ gibi uzanıyordu, kabzası bir orman kadar genişti, kını bir tanrının mezarıydı ve onu taşıyacak kemeri üretmek için bir köydeki bütün hayvanların derisini yüzmek gerekmişti.' Böyle bir silah olduğuna inanıyor musunuz peki? Şimdi size diyorum ki: Yalan ve Gerçek arasındaki hükmü verin. Çünkü ben, sizin vahşice cezalandırdığınız Gerçeğin oğluyum ve onun öcünü almaya geldim."
Yalan, Gerçeğiin öldüğünü düşünüyordu çünkü hizmetkarları onu bir aslanın yediğini gördüklerini söylemişlerdi. Yalan "Kardeşimi bulun ve bana getirin. Sonra beni kör edip onun kapıcısı yapabilirsiniz." diye emretti. Oğlan babasını tanrıların huzuruna getirdi. Yalanın onlara yalan söylediğini gören tanrılar onu kör edilmeye ve dövülmeye mahkûm etti.
İşte Gerçeğin oğlu babasının öcünü böyle aldı.
İki Kardeşin Hikâyesi
Çapa zamanı gelmişti. Nil çekilmiş, ardında siyah ve nemli bir toprak bırakmıştı. Anup ve kardeşi Bata, içlerinde neşenin yükseldiğini hissediyordu. "Bak," dedi Anup kardeşine, "su çekiliyor, toprak ekilmeye hazır. Hayvanları hazırla çünkü yarın toprağı ekmeye başlayacağız." Ekin ekme zamanı gelmişti. Doğurganlığın vaktiydi ve topraktan yükselen enerjini kendini hissettiriyordu.
Bata sadakatle abisi Anup'a hizmet ediyordu ve onu oğlu gibi büyüten Anup'un karısı ona her çeşit işi yaptırırken hiç çekinmiyordu. Bata da bunları hiçbir zaman reddetmiyordu; Toprağı sürüyor, hasat yapıyor, hayvanları hazırlıyor, aletleri tamir ediyor ve sürüleri otlatıyordu. Bölgedeki kimsenin böyle bir çalışanı yoktu. Anup'un eşi, Bata'yı mutfak işlerinde, odun ve süt bulmakta kullanmaktan da çekinmiyordu. Bu ekin mevsiminde genç adamı daha yakından inceleyip gücüne hayran kaldı. O artık bir çocuk değildi; Enerjik, güçlü ve dengeli gövdeli bir genç adamdı. Yanında olmadığında ve tarlada çalışmaya gittiğinde bile görüntüsünü aklından çıkaramıyordu.
Bata her gün sabanı çeken hayvanların arkasındaki saban izini takip ediyor, her akşam abisiyle karısı için bitki, odun ve süt tedarik etmekten sorumlu olarak eve gidiyordu. Yemek yedikten sonra uyumak için ahıra gidiyordu. Hayvanların arasında uyuyordu. Ona iyi geliyorlardı çünkü hayvanlarla birlikteyken yumuşak başlı oluyordu. Onları otlatmaya götürdüğünde hayvanlar, "Öğüdümüze uy, bizi söylediğimiz yere götür çünkü orada otlar güzel." diyordu. Bata da onları istedikleri yere götürüyordu. Hayvanlar güzelleşiyor ve bölgenin en dayanıklı buzağılarını doğuruyorlardı. Ekinlerin durumu iki adamı da tatmin ediyordu. Genelde dışarıda oluyorlardı. Sabah Bata tarafından hazırlanan ekmeği alıp evden çıkıp akşam eve yemek yemeye ve uyumaya dönüyorlardı. Tarlada oldukları bir gün tohumların eksik olduğunu gördüler. Anup, Bata'ya "Köye dönüp karımdan tohum iste Bata." dedi. Eve girdiğinde abisinin karısının saçlarını yapmakta olduğunu gördü. Ona, "Bana tohun lazım. Onları alıp çabuk Anup'un beni beklediği tarlaya dönmeliyim.""Tohum ambarını aç o zama ." dedi ona abisinin karısı. "Gerekli olanı kendin al, çünkü ben saçımı bitirmeliyim."
"Omuzlarının üstüne ne kadar yük bindireceksin?" diye sordu abisinin karısı ambardan geri geldikten sonra. "Beş torba; üç buğday, iki de arpa."
"Ne kadar da güçlüsün. Artık gerçek bir erkek olmuşsun."
Kadın, Bata'nın elini tutup ona yaklaştı. "Gel biraz tatlım. Seni tanımak istiyorum, sen de bundan pişman olmazsın. Sana güzel giyecekler veririm." dedi.
Kadın ona sarılmaya çalıştı ama Bata onu şiddetle reddetti. Öfke Bata'yı öylesine ele geçirmişti ki kadın karşısında bir leopar olduğunu düşünüp genç adamın zorla kontrol altında tuttuğ öfkenin boyutundan ürkerek geri çekildi.
"Nasıl yani? Sen beni bir anne gibi büyüttün, kocan benim babam sayılır ve böyle utanmazlıklara mı kendini kaptırdın? Bana bir daha asla böyle bir şey teklif etme. Bu söylediklerini başka kimseye söylemeyeceğim."
Tahıl torbalarını alıp tarlaya döndü ve tek kelime etmeden enerjik bir şekilde çalışmaya koyuldu.
Akşam eve ilk dönen Anup oldu. Karısını gölgelere dalmış buldu. İçeri girdi ama karısı her zamanki gibi ellerine su dökmek için onu beklemiyordu. Kusup yatıyordu.
"Ne oldu?" diye sordu Anup. "Kardeşin tohum aramaya geldiğinde beni bir erkeğin tanıyacağı gibi tanımak istedi. Ona, 'Ben senin için bir anne değil miyim, ağabeyin bir baba gibi değil mi?' dedim. Sonra hiçbir şey dememem için beni dövdü ve gitti. Eğer o yaşarsa ben ölmek zorundayım çünkü onu görmeye dayanamam." Büyük bir öfkeye kapılma ve bir leopar gibi davranma sırası Anup'taydı. Bata'yı öldürmeye karar verdi. Yayını alıp ahır kapısının arkasında saklanarak kardeşini bekledi.
Bata her zamanki gibi elleri kolları dolu bir şekilde hayvanların ortasından yürüyerek ahıra geldi. İlk inek ahıra girdiğinde, "Dikkat et, ağabeyin burada, seni öldürmek için bekliyor." dedi. İçeri giren ikinci inek de aynı şeyi söyledi. Bata daha dikkatli bakınca kapının altından ağabeyinin ayaklarını gördü. Elindekileri bırakarak kaçtı, peşinden de yayına ok süren Anup geliyordu. Bata, Ra'ya, "Gerçek olanlar ile suçluları gören sen bana yardım et!" dedi.
Ra onun bu duasını duydu ve birden Anup ile Bata arasına içinde çok sayıda timsah olduğunun tahmin edilebildiği geniş bir nehir koydu. Ağabeyi kızgınlıkla durdu. Bata diğer kıyıdan ona "Neden beni öldürmeye geldin? Benim için her zaman bir ağabey ve baba olduğunu ve eşinin benim annem olduğunu bil. Ama bugün, tohumları almak için eve döndüğümde beni yatağına girmeye razı etmeye çalıştı. Ve sen bunun için beni mi öldürmeye çalışıyorsun?" dedi. Bata bir kamış aldı, bir kolunu kesti ve suya attı, suyun içindeki obur mersin balığı da onu yedi. Genç adam orada zayıf düşmüş ve mutsuz bir halde kaldı. Karşısında ondan içinde timsahların yüzdüğü suyla ayrılan Anup, ağlıyordu. "Ağlıyorsun," dedi sonunda Bata "ama senin için yaptığım tüm iyilikleri unutarak beni öldürmeye hazırdın. Artık evine gelmeyeceğim, Fıstık Çamı Vadisine gideceğim. Orada kesilecek bir çam ağacının tepesine yerleştirdiğim kalbimi bulmakta bana yardıma geleceksin. Onu bulup yeniden yaşamaya başlayabilmem için taze suya koyacaksın. İntikamımı alman gerekiyor. Ne zaman yardıma ihtiyacım olduğunu şu şekilde bileceksin: sana testiden taşan bir bulanık bira ikram edilecek. Ama şimdi git be evine geri dön."
Bata uzaklaşırken Anup evine geri döndü. Karısını öldürdi ve cesedini köpeklere attı. Sonra oturup küçük kardeşinin yokluğuna ağladı.
Bata, Fıstık Çamı Vadisine ulaştı ve kalbini ağacın en tepesine koydu. Böylece ağaç kesilmediği sürece ne yırtıcı hayvanlardan ne de düşmanlardan korkması gerekecekti. Akşam olunca avlandıktan sonra çamın altında uyudu. Gündüzleri krallara layık olacak kadar güzel olmasını istediği bir ev kurdu. Bir gün evin önünde dururken ülkenin işleriyle meşgul Ennead'in geçtiği gördü. Tanrılar onu gördüklerinde, "Şunu bil ki Bata abin karısını öldürdü. İntikamın alındı." dediler. Ama Ra, Bata'nın yalnız kalmasını istemiyordu. Ağabeyinin karısını reddettiği için ödül olarak Ra, Khnum'dan ona bir eş yapmasını rica etti. Khnum da Bata için bir eş yarattı: O, ilahi güzelliğe sahipti ve ülkenin en güzel kadınıydı. Çünkü onu tüm tanrılar yaratmış gibiydi. Yedi Hathor bir anlamda da tanrıların kızı olan bu kadını gördüklerinde hep bir ağızdan, "Ölümü kılıçla olacak." diye kehanet verdiler.
Bata bu kehaneti duymadı. Eşi fiziksel olarak tüm firavunların gözdelerinden daha güzeldi, onun tanrıların tohumunu taşırmasında şaşılacak bir yan yoktu. Bata'nın gözü ondan başkasını görmüyordu, çılgınca âşık olmuştu, onu delicesine istiyordu. Ona vadinin çam ağacının en üstüne kalbini yerdeştirdiğini anlattı.
Bata gündüzleri ava gitmek için evden ayrıldığında kadın evde kalıyordu çünkü eşi, Deniz Tanrısının onu arzulamasından korkuyordu. Ne var ki bir gün genç kadın evden çıkmaya cesaret etti. Deniz Tanrısı onu gördü ve onu yakalamak için üzerine uzun dalgalar yolladı. Korkan kadın oradan kaçtı. Deniz Tanrısının isteğiyle çam ağacı kadının evine kaçmasına engel olmaya çalıştı. Başarılı olamadı ama kadının saçından bir tutam aldı ve onu tanrıya verdi. Tanrı onu firavunun kölelerinin yıkadıkları kıyafetlerin arasına, suya koydu. Saç tutamından yayılan ilahi koku kıyafetlere yayıldı ve firavun bu karşı konulamaz kokunun kaynağını öğrenmek istedi. Sonunda firavuna hala suda olan saç tutamını getirdiler. Firavun sarayındaki en bilge adamlara danıştı ve, "Bu saç tutamı tanrıların kızlarından birine ait." cevabını aldı.
Firavun krallığın dört bir yanına ulaklar yolladı. Çam Fıstığı Vadisi'ne yollananlar ise Bata tarafından öldürüldü; firavun bunun üzerine at arabalarıyla bir ordu yolladı ve yanlarına saçlarının kokusunu aldığından beri şiddetle arzuladığı kadına eşlik etmesi için bir kadın verdi.
Adamlar Bata'nın eşiyle geri döndüler. Akla gelebilecek en güzel mücevherler güzelliğini taçlandırdı. Kadın firavunun gözdesi haline geldi.
Bata'nın eşi firavunun saray hayatını sevdi. Kendini kaçıran adama Bata'nın kalbiyle ilgili olan hikâyeyi anlattı. Bunun üzerine kral adamlarını çamı kesmeye yolladı. Ağaç kesildi, kalp yere düştü ve Bata yere yığıldı: Ölmüştü.
Anup bir akşam tüm gün çalıştıktan sonra ellerini yıkarken biri ona testiden taşan bir bira getirdi. Anup bir testi şarap aldı ama onun bulandığını gördü. Bunun üzerine gitme zamanının geldiğini anladı. Sopasını aldı, sandaletlerini giydi ve kıyafetleri ile silahlarını topladı.
Fıstık Çamı Vadisine vardığında kardeşinin evini buldu. Kardeşi içeride yatıyordu. Anup ağladı, sonra da kalbi aramaya başladı. Dört sene boyunca başarısız bir şekilde aramaya devam etti ve hiçbir zaman kalbi bulamayacağını düşündü. Evine dönerken bir tohumu fark etti. Onu taze suya koyup bekledi. Kalp su çekti ve büyümeye başladı. Anup Bata'nın yavaş yavaş bacaklarının titreyip hareket etmeye başladığını gördüğünde kalbi hala suyun içindeydi. Anup su kabını alıp Bata'ya verdi. Bata kalbi içti ve kalp her zamanki yerine gitti. Bata iyileşince iki kardeş sarıldılar.
Bata "Büyük ve daha önce kimsenin görmediği kadar güzel bir boğaya dönüşeceğim. Sırtıma bineceksin ve beraber saraya gideceğiz. Karımın öcünü almak istiyorum. Beni firavuna sunacaksın o da karşılığında sana hediyeler verecek. Böylece köyüne geri dönebilirsin ve hiçbir eksiğin kalmaz." dedi.
Bata bunları dedikten sonra bir boğaya dönüştü ve iki kardeş çok geçmeden firavunun sarayına vardı. Bata'nın öngördüğü gibi kralın, abisine verecek bir sürü altını, gümüşü ve hizmetkarları vardı. Bata'ya kutsal bir hayvan gibi davranıldı ve bu da ona sarayın her yerine özgürce girme imkânı verdi.
Bata bir gün eski eşi olan firavunun gözdesini bulmaya gittiK. ulağına "Bak, hâlâ hayattayım." dedi. Kadın korktu. Firavuna, "O boğanın ciğerini yemek istiyorum." dedi. Firavun üzüldü çünkü boğayı çok seviyordu ama gözdesine karşı gelmek de istemiyordu. O da kasabı çağırdı. Adandıktan sonra hayvanın boğazı kesildi. İki kan damlası sarayın kapısının pervazına, her biri bir köşeye olmak üzere sıçradı. Ertesi gün orada iki büyüleyici persea Ağacı çıktı. Bu mucize firavunun kalbini mutlulukla doldurdu. Öte yandan bir gün firavunun gözdesi ağaçlardan birinin altında otururken Bata "Bak bana, beni öldürmek istedin ama ban bir boğaya dönüştüm, beni yine öldürmeye çalıştın, ben de bu iki ağaç haline geldim." diye fısıldadı. Kadın korktu. Bir süre sonra firavuna içecek bir şeyler verirken ona "Persea ağacının odunundan güzel mobilyalar istiyorum" dedi. Firavun işçileri çağırdı ve iki ağaç, gözdesinin önünde kesildi. Bir tahta parçası kadının ağzına girdi ve kadın onu yuttu. Hamile kalmıştı; Tahta parçası bir çocuğa, dünyaya getirdiği bir erkek çocuğuna dönüştü. Firavun çok mutluydu. Tüm ülke onun mutluluğunu paylaşıyordu. Veliaht prens büyüdü ve firavun öldüğünde tahta geçti.
Yeni firavun ülkenin tüm bilgelerini bir araya getirdi. Onlara olanları anlattı ve bilgeler Bata'yı -çünkü yeni firavun oydu- ve eski karısını yargıladı. Kadın suçlu bulundu ve ölüme mahküm edildi.
Bata abisi Anup'u yanına çağırdı ve onu veliaht prens yaptı. O öldüğünde tahta abisi geçti.
çevrilip derlenmiştir