Ölünün dirilmesi, yıllarca yiyip içmeden uyuma üzerine,
Arap filozoflar, bazı kişilerin kendilerini gövde güçlerinin, duygusal güçlerinin üzerine yükseltebildiği konusunda uzlaşır. Onlar, gövdelerini aşmıştır, böylece de göklerin, anlakların yetkinliğini, tanrısal dirim gücünü kendilerine çekerler. Büyücüler bütün insanların, canların kalıcı olduğunu, bütün tinlerin yetkin canlara boyun eğdiğini görerek, şunu düşündü: Yetkin kişiler, canlarının gücüyle, ölen gövdeleri, yeni ayrılan öteki aşağı canlarla onarabilir, onlara yeniden soluk verebilirler. Bu, yavru bir sansarın annesinin ağlayışı, soluğu ile yaşama dönmesi, aslanların ölü yavrularının üzerine soluk vererek onları diriltmesi gibidir. Benzerlere uygulanan bütün benzer şeylerin aynı doğadan yapıldığı ileri sürülür. Her hastaya, herhangi bir ilacı alana, bu ilacın doğasının bağışlandığı, ilacı alanın ilaçla eş-doğalı kılındığı söylenir. Dolayısıyla onlar bu canlandırma ya da diriltmeyi bazı otlar ile büyüsel preparatların sağladığını düşündü. Örneğin ankanın külü, yılanın döktüğü deri gibi şeylerden yapılan preparatlar. Bunlar, tarihsel bir inançla doğrulanmadıkça, onaylanmadıkça çoğu kimse için masal sayılır. Bazılarına göre de olanaksızdır.
Kimi suda boğulan, kimi ateşe atılarak yakılan, kimi savaşta öldürülen ya da başka türlü ölen ama birkaç gün sonra dirilen insanları okuyoruz. Pliny, konsül olan Aviola'ya L. Lamia'ya, Ceius'a, Tubero'ya, Corfidius'a, Gabienus'a birçok başkasına tanıklık eder. Masal düzen Ezop, Jüpiter'in oğulları Tindoreus, Herkül, Palicy ile Thalia'nın öldükten sonra diriltildiğini yazar. Aesculapius konusunda tarihçilerin anlattığı gibi, doktorlar ile büyücüler nice kişiyi diriltmiştir. Yukarıda Tillo'dan, Juba, Ksanthus, Philostratus'tan, bazı Araplardan, Tyanlı Apollonius'tan söz ettik. Ölen Glaucus'un, onu görmeye gelen hekimlerin bütün beklentilerin ötesinde, ejderhaotu ile yaşama döndüğünü de okuruz. Bazıları onun gövdesini baldan yapılma bir ilaçla dirilttiğini söyler. "Glaucus gövdesine bal alarak öldükten sonra dirildi." diye bir atasözü vardır.
Apuleius da yaşamı böyle onarmanın bir yöntemini anlatır. Bu yöntemi ona Mısırlı yalvaç Zachla anlatmıştır. Yalvaç bunun için uygun olduğunda, ölmüş genç bir adamın ağzının üzerinde belli bir bitki koyar, bir bitki de göğsünün üstüne yerleştirir. Sonra doğuya ya da cömert güneşin yükseldiği yöne dönerek sessizce dua eder (Büyük bir kalabalık bunu görmek için didişmektedir). İlkin onun gövdesini kaldırır ardından damarlarına [ağzına!] soluk verir. Sonra ölen adamın gövdesi solukla dolar. Bundan sonra ceset ayağa kalkar, genç adam konuşur. Bu şeyler doğruysa ölen kişiler bazen tam bir kendinden geçmeyle, bütün gövdesel eylemlerden uzakken de can onların gövdesinde saklı kalmaktadır. Böylece yaşam, duru, devinim, gövdeyi bırakmamıştır. Dolayısıyla bu adam gerçekten ölmemiştir, bir süredir ölü gibi, şaşkın yatmaktadır. Salgın hastalık zamanlarında gömülmek üzere mezara götürülen birçok kişi yeniden canlanır. Annenin nöbetinden ötürü bunun aynısı kadınların başına gelir. Patriarca'nın çevirdiği Galen Kitabında, Rabbi Moises şöyle bir adamdan söz eder: Adam altı gündür boğulmuş durumdadır ne yer ne içer, damarları katılaşmıştır. Aynı kitapta suyla dolu adamın tüm gövdesinde [damarlarındaki] atımı yitirdiği söylenir. Kalbinin attığı duyulamaz, ölü gibi yatmaktadır. Biri yüksek bir yerden düşmekten ötürü, yüksek sesten ya da suyun altında uzun süre kalmaktan ötürü bayılıp ölü gibi görünebilir. Bu baygınlık kırk sekiz saat sürülebilir; bu yüzden adam ölü gibi yemyeşil bir yüzle yatabilir. Aynı kitapta başka bir adamdan söz edilir. Bu kişi, göçtükten 72 saat sonra ölü gibi görünen bir adamı gömmüş, böylece onu öldürmüştür. Çünkü onu diri diri gömmüştür. Kimin diri olduğunun belli işaretleri vardır. Onlar ölmüş gibi görünür, kan alma ya da başka sağaltım yöntemleri kullanılmadıkça öleceklerdir de. Bunlar pek seyrek olur. Bizim büyücüler ile doktorların ölü adamı yaşama döndürmelerinden anladığımız budur. Onlar [büyücüler, doktorlar], Marsi ulusu ile Psilli ulusu gibi yılanların sokmasını kullanarak yaşamı geri getirmeyi denedi.
Adamın gerçekte ölmediği, kendinden geçtiği bu gibi durumların uzun sürebileceğini kabul edebiliriz. Tıpkı farelerin ya da timsahların, birçok başka sürüngenin kış boyu uyuması gibi. Bu derin bir uykudur, kış uykusuna yatanlar ateşle bile güçlükle uyandırılabilir. Ben kesilmiş ama ölü gibi kımıldamada duran fareler gördüm sık sık. Bu kaynatıncaya değin sürer. Gövdenin kesilen bölümleri kaynar suda kaynatıldığında yaşam belirtisi gösterir.
İnanması zor olsa da onaylanmış bazı tarihçilerde şunu okuruz: Bazı insanlar yıllarca birlikte uyumuştur. Bu kişileri yaşlı gösterecek bir değişim uyuma süresince, uyandırılıncaya değin ortaya çıkmamıştır. Pliny bir oğlan konusunda tanıklık eder: Çocuk yolculukta sıcaktan yorulup bir mağarada yetmiş beş yıl uyumuştur. Epimenides Gnosius'un bir mağarada elli yıl uyuduğunu da okuyoruz. Epimenides gibi fazla uyumak deyişi buradan gelir.
M. Damascenus, onun zamanında Almanya'da bir adamın yorgun düştüğünü, bir ot yığınının altında bütün bir güz uyuduğu gibi onu izleyen kış boyunca da uykusunu sürdürdüğünü anlatır. Hayvanlar otları yemeğe başladığında yarı ölü, aklı başında olmayan bir adam olarak bulunmuş. Kilise tarihleri, yedi uyurlarla ilgili olarak bu kanıyı onaylar. Bunlar 196 yıl uyumuşlardır. Norveç'te yüksek deniz kıyısında bir mağara vardır. Paulus Diaconus ile Şehit Methodius'un yazdığına göre, yedi adam çürümeden uzun süre uykuya dalmıştı. Onların uykusunu bozmaya gidenler hastalığa yakalanmış ya da başlarına bir şey gelmiştir. Böylece bir süre sonra bu cezalandırmayla uyarılan halk onları incitmemiştir. Felsefeciler arasında adı kötüye çıkmış bir adam olmayan Ksenocrates'e göre, uzun uyku bazı günahların cezası olarak Tanrı tarafından verilmiştir. Marcus Damascenus, birilerinin yiyip içmeden, dışkılamadan, tükenme ya da çürüme olmaksızın aylarca uyuyabilmesinin usdışı olmadığını, birçok sebepten ötürü olanaklı, doğal olduğunu kanıtlar. Zehirli bir iksir ya da uykulu bir hastalık ya da benzer bir neden de birinin günlerce, aylarca, yıllarca böyle yaşamasına yol açabilir. Süre, ilacın amacına göre, etkisinin azaltılmasına göre ya da onların usundaki tutkulara göre değişir. Hekimler, çok fazla alındığında kişinin uzun süre açlığa katlanmasını sağlayan bazı panzehirlerin varlığından söz eder. Tıpkı eski çağda bir melek tarafından belli bir yiyecekle beslenen Elias'ın bu besinin gücüyle kırk gün yürüyüp oruç tuttuğu gibi. John Bocatius, kendi çağında Venedik'te yaşayan birinden söz eder. Bu kişi her yıl yemek yemeden dört gün oruç tutar. Ne var ki aşağı Almanya'da yaşayan bir kadın daha da şaşırtıcıdır. Bu kadın on üç yaşına değin besin almadı. Bu bize inanılmaz görünebilir ama sonradan bunu doğrulamıştır. Bocatius, kendi çağının mucizelerini de anlatır. Buna göre kardeşi, İsviçreli Nicolaus Stone, yabanda 20 yıl ölünceye değin yemek yemeden yaşamıştır. Theophrastus, Philinus adlı bir adamda ilgili benzer bir harikadan söz eder. Bu adam sütten başka yiyecek ya da içecek kullanmaz. Isparta'daki belli bir ottan söz eden ciddi yazarlar vardır. İskitler bu otla yemeden içmeden on iki gün açlığa katlanabilirlerdi. Gelin görün ki bu sırada yiyeceği tadabilir ya da ağızlarında tutabilirlerdi.
Keşke ben de şöyle uyusam ve yıllarca uyanmasam.. İlham olması dileğiyle, keyifli araştırmalar herkese.
Agrippa Von Nettesheim
Arap filozoflar, bazı kişilerin kendilerini gövde güçlerinin, duygusal güçlerinin üzerine yükseltebildiği konusunda uzlaşır. Onlar, gövdelerini aşmıştır, böylece de göklerin, anlakların yetkinliğini, tanrısal dirim gücünü kendilerine çekerler. Büyücüler bütün insanların, canların kalıcı olduğunu, bütün tinlerin yetkin canlara boyun eğdiğini görerek, şunu düşündü: Yetkin kişiler, canlarının gücüyle, ölen gövdeleri, yeni ayrılan öteki aşağı canlarla onarabilir, onlara yeniden soluk verebilirler. Bu, yavru bir sansarın annesinin ağlayışı, soluğu ile yaşama dönmesi, aslanların ölü yavrularının üzerine soluk vererek onları diriltmesi gibidir. Benzerlere uygulanan bütün benzer şeylerin aynı doğadan yapıldığı ileri sürülür. Her hastaya, herhangi bir ilacı alana, bu ilacın doğasının bağışlandığı, ilacı alanın ilaçla eş-doğalı kılındığı söylenir. Dolayısıyla onlar bu canlandırma ya da diriltmeyi bazı otlar ile büyüsel preparatların sağladığını düşündü. Örneğin ankanın külü, yılanın döktüğü deri gibi şeylerden yapılan preparatlar. Bunlar, tarihsel bir inançla doğrulanmadıkça, onaylanmadıkça çoğu kimse için masal sayılır. Bazılarına göre de olanaksızdır.
Kimi suda boğulan, kimi ateşe atılarak yakılan, kimi savaşta öldürülen ya da başka türlü ölen ama birkaç gün sonra dirilen insanları okuyoruz. Pliny, konsül olan Aviola'ya L. Lamia'ya, Ceius'a, Tubero'ya, Corfidius'a, Gabienus'a birçok başkasına tanıklık eder. Masal düzen Ezop, Jüpiter'in oğulları Tindoreus, Herkül, Palicy ile Thalia'nın öldükten sonra diriltildiğini yazar. Aesculapius konusunda tarihçilerin anlattığı gibi, doktorlar ile büyücüler nice kişiyi diriltmiştir. Yukarıda Tillo'dan, Juba, Ksanthus, Philostratus'tan, bazı Araplardan, Tyanlı Apollonius'tan söz ettik. Ölen Glaucus'un, onu görmeye gelen hekimlerin bütün beklentilerin ötesinde, ejderhaotu ile yaşama döndüğünü de okuruz. Bazıları onun gövdesini baldan yapılma bir ilaçla dirilttiğini söyler. "Glaucus gövdesine bal alarak öldükten sonra dirildi." diye bir atasözü vardır.
Apuleius da yaşamı böyle onarmanın bir yöntemini anlatır. Bu yöntemi ona Mısırlı yalvaç Zachla anlatmıştır. Yalvaç bunun için uygun olduğunda, ölmüş genç bir adamın ağzının üzerinde belli bir bitki koyar, bir bitki de göğsünün üstüne yerleştirir. Sonra doğuya ya da cömert güneşin yükseldiği yöne dönerek sessizce dua eder (Büyük bir kalabalık bunu görmek için didişmektedir). İlkin onun gövdesini kaldırır ardından damarlarına [ağzına!] soluk verir. Sonra ölen adamın gövdesi solukla dolar. Bundan sonra ceset ayağa kalkar, genç adam konuşur. Bu şeyler doğruysa ölen kişiler bazen tam bir kendinden geçmeyle, bütün gövdesel eylemlerden uzakken de can onların gövdesinde saklı kalmaktadır. Böylece yaşam, duru, devinim, gövdeyi bırakmamıştır. Dolayısıyla bu adam gerçekten ölmemiştir, bir süredir ölü gibi, şaşkın yatmaktadır. Salgın hastalık zamanlarında gömülmek üzere mezara götürülen birçok kişi yeniden canlanır. Annenin nöbetinden ötürü bunun aynısı kadınların başına gelir. Patriarca'nın çevirdiği Galen Kitabında, Rabbi Moises şöyle bir adamdan söz eder: Adam altı gündür boğulmuş durumdadır ne yer ne içer, damarları katılaşmıştır. Aynı kitapta suyla dolu adamın tüm gövdesinde [damarlarındaki] atımı yitirdiği söylenir. Kalbinin attığı duyulamaz, ölü gibi yatmaktadır. Biri yüksek bir yerden düşmekten ötürü, yüksek sesten ya da suyun altında uzun süre kalmaktan ötürü bayılıp ölü gibi görünebilir. Bu baygınlık kırk sekiz saat sürülebilir; bu yüzden adam ölü gibi yemyeşil bir yüzle yatabilir. Aynı kitapta başka bir adamdan söz edilir. Bu kişi, göçtükten 72 saat sonra ölü gibi görünen bir adamı gömmüş, böylece onu öldürmüştür. Çünkü onu diri diri gömmüştür. Kimin diri olduğunun belli işaretleri vardır. Onlar ölmüş gibi görünür, kan alma ya da başka sağaltım yöntemleri kullanılmadıkça öleceklerdir de. Bunlar pek seyrek olur. Bizim büyücüler ile doktorların ölü adamı yaşama döndürmelerinden anladığımız budur. Onlar [büyücüler, doktorlar], Marsi ulusu ile Psilli ulusu gibi yılanların sokmasını kullanarak yaşamı geri getirmeyi denedi.
Adamın gerçekte ölmediği, kendinden geçtiği bu gibi durumların uzun sürebileceğini kabul edebiliriz. Tıpkı farelerin ya da timsahların, birçok başka sürüngenin kış boyu uyuması gibi. Bu derin bir uykudur, kış uykusuna yatanlar ateşle bile güçlükle uyandırılabilir. Ben kesilmiş ama ölü gibi kımıldamada duran fareler gördüm sık sık. Bu kaynatıncaya değin sürer. Gövdenin kesilen bölümleri kaynar suda kaynatıldığında yaşam belirtisi gösterir.
İnanması zor olsa da onaylanmış bazı tarihçilerde şunu okuruz: Bazı insanlar yıllarca birlikte uyumuştur. Bu kişileri yaşlı gösterecek bir değişim uyuma süresince, uyandırılıncaya değin ortaya çıkmamıştır. Pliny bir oğlan konusunda tanıklık eder: Çocuk yolculukta sıcaktan yorulup bir mağarada yetmiş beş yıl uyumuştur. Epimenides Gnosius'un bir mağarada elli yıl uyuduğunu da okuyoruz. Epimenides gibi fazla uyumak deyişi buradan gelir.
M. Damascenus, onun zamanında Almanya'da bir adamın yorgun düştüğünü, bir ot yığınının altında bütün bir güz uyuduğu gibi onu izleyen kış boyunca da uykusunu sürdürdüğünü anlatır. Hayvanlar otları yemeğe başladığında yarı ölü, aklı başında olmayan bir adam olarak bulunmuş. Kilise tarihleri, yedi uyurlarla ilgili olarak bu kanıyı onaylar. Bunlar 196 yıl uyumuşlardır. Norveç'te yüksek deniz kıyısında bir mağara vardır. Paulus Diaconus ile Şehit Methodius'un yazdığına göre, yedi adam çürümeden uzun süre uykuya dalmıştı. Onların uykusunu bozmaya gidenler hastalığa yakalanmış ya da başlarına bir şey gelmiştir. Böylece bir süre sonra bu cezalandırmayla uyarılan halk onları incitmemiştir. Felsefeciler arasında adı kötüye çıkmış bir adam olmayan Ksenocrates'e göre, uzun uyku bazı günahların cezası olarak Tanrı tarafından verilmiştir. Marcus Damascenus, birilerinin yiyip içmeden, dışkılamadan, tükenme ya da çürüme olmaksızın aylarca uyuyabilmesinin usdışı olmadığını, birçok sebepten ötürü olanaklı, doğal olduğunu kanıtlar. Zehirli bir iksir ya da uykulu bir hastalık ya da benzer bir neden de birinin günlerce, aylarca, yıllarca böyle yaşamasına yol açabilir. Süre, ilacın amacına göre, etkisinin azaltılmasına göre ya da onların usundaki tutkulara göre değişir. Hekimler, çok fazla alındığında kişinin uzun süre açlığa katlanmasını sağlayan bazı panzehirlerin varlığından söz eder. Tıpkı eski çağda bir melek tarafından belli bir yiyecekle beslenen Elias'ın bu besinin gücüyle kırk gün yürüyüp oruç tuttuğu gibi. John Bocatius, kendi çağında Venedik'te yaşayan birinden söz eder. Bu kişi her yıl yemek yemeden dört gün oruç tutar. Ne var ki aşağı Almanya'da yaşayan bir kadın daha da şaşırtıcıdır. Bu kadın on üç yaşına değin besin almadı. Bu bize inanılmaz görünebilir ama sonradan bunu doğrulamıştır. Bocatius, kendi çağının mucizelerini de anlatır. Buna göre kardeşi, İsviçreli Nicolaus Stone, yabanda 20 yıl ölünceye değin yemek yemeden yaşamıştır. Theophrastus, Philinus adlı bir adamda ilgili benzer bir harikadan söz eder. Bu adam sütten başka yiyecek ya da içecek kullanmaz. Isparta'daki belli bir ottan söz eden ciddi yazarlar vardır. İskitler bu otla yemeden içmeden on iki gün açlığa katlanabilirlerdi. Gelin görün ki bu sırada yiyeceği tadabilir ya da ağızlarında tutabilirlerdi.
Keşke ben de şöyle uyusam ve yıllarca uyanmasam.. İlham olması dileğiyle, keyifli araştırmalar herkese.